İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Dervişoğlu, Riyakarlığın ve Cüretkarlığın iktidarı gasp ettiği bir noktadayız. 10 Kasım’larda Büyük Atatürk’ün kabrinde bile saygısızlık tertiplemekten geri durmayan Saraydaki Zat, kalkmış, ‘Atatürk 10 yıl daha yaşasaymış, 2. Dünya Savaşı sonrası bambaşka bir Türkiye görecekmişiz’ diyor. Sanıyorum bu sözlerin arkasındaki manayı anlamak için Alim veya arif olmaya gerek yok. Bu sözler, haftalardır bu kürsüden konuştuğumuz ve nihayet geçen hafta Saray muhafızı ortakları eliyle itiraf edilen ömür boyu başkanlık saplantısıyla ilgilidir. Bu, ‘Sözde Büyük Türkiye’ oyunuyla ilgili ikinci bir itiraf perdesidir. Elbette riyakarlık ve cüretkarlığın en üst ve en iğrenç gömleği giyilerek yapılmaktadır. Saray kayyumu zat şimdiden bilsin. Senin değil 10 yıl, orada 10 dakika daha oturmana tahammülümüz yoktur. Senin çaldığın ve çalacağın savaş davullarından da korkumuz yoktur. Tüm emareler açıktır ki, 2025 yılı ya saray rejiminin Anayasa, çözüm, normalleşme ve savaş naralarını bir torbaya doldurup ‘verin yetkiyi’ dediği yıl olacak. Ya da bizim bu rejimi çöp torbasına koyup attığımız dönemin şafağı olacaktır. Çoktan gayrımeşru hale gelen Saray rejimi ve başındaki zat da çok iyi bilmektedir ki bir daha cumhurbaşkanı olamayacaktır. Kopartmaya çalıştıkları tüm fırtınaların sebebi de önlerinde duran bu hakikattir." dedi.
İYİ Parti Lideri Müsavat Dervişoğlu, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Gündeminde erken seçim, yoksulluk, asgari ücreti etki ajanlığı yasası ve dış politika olan Dervişoğlu, İzmir’de 5 çocuğun yanarak can vermesi konusunda değindi.
Dervişoğlu, şunları kaydetti:
“Büyük Atatürk’ü ebediyete irtihalinin 86. yılını hep birlikte andık. Ancak onu anmakla, anlamak arasındaki mesafe hala çok büyüktür. Ama emin olduğum bir şey varsa, daima O’nu anlamaya çalışan Cumhuriyet çocukları olduğumuzdur. Ondan öğrendiğimiz ve anladığımız şeylerin başında da ‘Türk olmak’ vardır. Bizlere bunu Büyük Atatürk öğretti. Çünkü o, Türklüğü yüzyıllar süren uzun uykusundan uyandırandır. Türk’e bir vatan ve yeni bir devlet, hürriyet ve ülkü, gurur ve şan kazandırandır. Türklüğü elbette Atatürk var etmemiştir. Ama Türklüğün tarihteki son varoluş mücadelesini o muzaffer eylemiş, 20. asırda Türklüğü tariflemek şeref ve kudretine 'O' sahip olmuştur. Bize yeni bir yaşam biçimi, toplum olma bilinci ve yeni bir yönetim şekli vermiştir... Şimdi 86 yıl sonra geriye dönüp baktığımızda; onu anmaktan çok anlamaya dönük ihtiyacımız, bu yüzden her şeyden çok daha önemlidir. Onun naçiz vücudunun toprak olmasıyla onun en büyük emanetinin; Türkiye Cumhuriyeti’nin var olması da buradan geçmektedir. İşte bu kürsüyü kullanabildiğim müddetçe ben bunu anlatacağım. Bunun için savaş verecek ve bunun için son nefesimize kadar sizlerle birlikte mücadele edeceğiz.
“Cumhuriyet düşmanlarına çanakçılık yapanlar da yargılanacaklardır”
Bilinsin ki, cumhuriyet düşmanları nasıl yargılandılarsa, ne yaşadılarsa, cumhuriyet düşmanlarına çanakçılık yapanlar da öyle yargılanacaklardır. Öyle muamele göreceklerdir. Bu devletin Anayasası ile kurulmuş baroların arkasına sığınarak, bu ülkeye düşmanlık yapanlara tekraren söyleyeyim: Türk yargısı kararlarını Türk milleti adına verir. Ona hasım olanların mahkemedeki yeri bellidir. Şeyh Sait gibi sanık sandalyesidir. Seyit Rıza gibi sanık sandalyesidir. Bizim savunduğumuz şey Cumhuriyettir. Uğruna öleceğimiz şey de cumhuriyettir. Mahkemedeki sandalyemizin yeri bellidir. Şimdi bana söyleyin, sizin yeriniz neresidir? Yüce Türk Milleti yazan imza satırı mı? Yoksa hükmün verildiği karar satırı mı göreceğiz bakalım.
'''Devlet aklı' diye Sülün Osman misali pazarlayanlara Türk milletinin feda edecek tek bir ferdi bile yoktur''
Biz Cumhuriyet nişanını 101 yıl önce kazanmış onur ve akıl sahibi yurttaşlarız. Bizi devletsiz ve vatansız kılmak için durmadan çalışan bu iktidar çetesini alt edemezsek, onun yarattığı büyük problemleri çözecek mertebeye de erişemeyiz. Bu yıkım projesi de işte o zaman başarıya ulaşmış olur. 15 Temmuz kalkışmasıyla hedeflenen İstibdat rejimini, olağanüstü hal eliyle getirdikleri yeni sistemle, bizzat kendilerinin dayattığı bilinen bir gerçekleştirdiler. Araçlarla amaçlar yer değiştirdiyse, şimdi de sarayın bindirilmiş kıtaları olan sözde göçmenleri, bu kaçak sürülerini, onların istediği gibi Türk’ün dengi kabul edersek, çok daha büyük bir tuzağın içine düşeceğiz. Yüz defa düşünüp, bir kere hareket etmeliyiz. Emin olun karşımızda şeytanla aşık atanlar bulunmaktadır. Kısaca kimliğimizi, benliğimizi, vatanımızı savunurken, onları Türk vatanına sokanların büyük ihanetine payanda olmamalıyız. İstiklali düşünürken, izmihlal tuzağına düşmemeliyiz. Emin olun ki, bir gün size, ‘Haydi aslanım’ diyenler olduğunda da, bu tehlike mevzubahis olacaktır. Burada da Büyük Atatürk’ün yaptığı uyarıyı anlamakla yükümlüyüz: ‘Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir. Türk milleti millî birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir. Çünkü Türk milletinin elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir’.
Aklımız ve zekamız; kanımız ve cehdimiz ayrılmaz bir bütündür. İşte muhtaç olduğumuz kudretin gerçek özü de buradadır. Aşmamız gereken, bir önceliklendirme sorunu, bir bilinç sorunu bulunmaktadır. Bu belanın ve Milletin başındaki bütün diğer belaların defedilmesinin tek bir yolu ve yöntemi vardır: Türk Milletinin başına kendisini kayyum olarak atayan Saraydaki zat’tan, Türk devletini kayıtsız ve şartsız geri almaktır. Bu istibdat rejimini ortadan kaldırmaktır. Binlerce yıllık devlet aklını ve geleneğini tekrar o makama taşımaktır. Ne Türkiye’yi küçülterek, makamlarını büyütenler, ne Türklüğü küçülterek, onu çocuk oyuncağına çevirenler ne de kendi köhnemiş koltuklarını, devlet aklı diye Sülün Osman misali pazarlayanlara Türk milletinin feda edecek tek bir ferdi bile yoktur. Hür yaşadık, hür yaşayacağız. Adaleti amaç edineceğiz. Cumhuriyeti payidar kılacağız.
''Yoksulluk, sevk ve idare edilmektedir''
Devletimizin işleyen bütün kurumlarını çökerten, hayata geçirdiği uygulamalarla, kamu kurum ve kuruluşlarını işlevsiz hale getiren AKP, özellikle çalışma hayatını tüm emekçiler, işçiler için çekilmez hale getirmiştir. Devletimizin olmazsa olmaz temel ilkeleri; Demokratik devlet, hukuk devleti ve sosyal devlet olma vasıfları, en çok bu iktidar yapısınca talana ve zaafa uğramıştır. Sosyal devlet, insanımızın onurunu kırmak, gururunu incitmek üzere yeniden organize edilmiştir. Kışın 3 torba kömür, Ramazan ayında da 3 tane konserve dağıtarak yoksulluk, sevk ve idare edilmektedir. İzmir’deki yangında 5 çocuğumuzun ölmesi de bundandır. Çocuklarına bir lokma ekmek parası çıkarmaya çalışan o anneyi, ece vakti hurdalıklara gönderen çaresizlik, böylesi bir vicdansızlığın iktidarda olmasındandır. Aile hekimlerinin durumu ortadadır. Dakikada neredeyse dört hastaya teşhis koymak külfeti altında, onlardan bir de ‘Performans’ beklenmektedir. İlaç fiyatları ve ilaç yokluğu ortadadır. Hekimlere az ilaç yazarak, performans yükseltmeleri söylenmektedir. Gerçek sorun sağlık sistemin ta kendisiyken, yani hastaneleri adeta AVM haline getirip, hastaları da alışverişe gelen müşteriler gibi gören sistem, vatandaşı da hekimlere düşman haline getirmektedir.
“Dış politikada keyfi davranamazsınız”
Bilindiği üzere Erdoğan’ın dostluğuyla övündüğü, bizim ise Türkiye karşıtlığıyla hatırladığımız, Donald Trump ABD seçimlerini kazanmıştır. Hatırlayalım ve hatırlatalım, 2017-2021 yılı arasındaki 1.Trump dönemi, Türkiye için felaketlerle geçmiştir. Türkiye, çok ağır hakaretlere ve Büyük yaptırımlara maruz kalmıştır. Saray rejimi, memleketin istiklal ve istikbalini bir kenara koyarak, siyasi ikbalini her şeyin önünde tutmuş ve Türkiye’nin onurunu defaatle çiğnetmiştir. Hatırlayalım, ilk kriz, Rahip Brunson olayıydı. Trump, Erdoğan’a papazı serbest bırakmasını söyledi. Erdoğan, ‘Bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece, o teröristi alamazsınız’ dedi. Sonra gücü yetmeyince, Papazı süklüm püklüm teslim etti. Türkiye’den ithal edilen alüminyum ve çeliğin gümrük vergisini arttırdı. Ve değer kaybeden maalesef sadece Türk lirası olmadı. Trump bununla da kalmadı, bugün sayısı yüz bini geçtiği söylenen SDG/PYD’yi silahlarla donattı. Erdoğan Trump’a tek bir laf edemedi. Dostluklarının en büyük nişanesi ise, Erdoğan’ın zaafları yüzünden Türkiye’nin çok geç kaldığı ve İYİ Parti’nin de desteklediği Ekim 2019’da başlayan Barış Pınarı harekatı sırasında oldu. Harekat öncesinde Trump mektup yayınladı, tehdit etti. Hakaret etti. 'Erdoğan’a Aptallık etme' dedi. İçeride şahin, dışarıda serçe olan zat Mektubu iadeli taahhütlü geri gönderdi. Ardından vize kısıtlamaları geldi. Türkiye F-35 programından çıkartıldı ve biz milyarlarca dolar ödediğimizle kaldık. İradesi banka davalarıyla kısıtlanmış olanları, ikinci Trump döneminde uyarıyorum; dış politikada keyfi davranamazsınız. Uluslararası siyasette gerçekçi olmak zorundasınız. Devletlerarası ilişkilerde esas olan çıkardır. Gözetilmesi gereken tek çıkar ise, Türk milletinin çıkarlarıdır. Bir daha Türk devletinin aşağılanmasına izin vermeyin. Biraz olsun onurlu, biraz olsun gururlu olun. Allah aşkına artık biraz Türk olun.
“Saray rejimi başındaki zat bir daha cumhurbaşkanı olamayacaktır”
Riyakarlığın ve Cüretkarlığın iktidarı gasp ettiği bir noktadayız. 10 Kasım’larda Büyük Atatürk’ün kabrinde bile saygısızlık tertiplemekten geri durmayan Saraydaki Zat, kalkmış, ‘Atatürk 10 yıl daha yaşasaymış, 2. Dünya Savaşı sonrası bambaşka bir Türkiye görecekmişiz’ diyor. Sanıyorum bu sözlerin arkasındaki manayı anlamak için Alim veya arif olmaya gerek yok. Bu sözler, haftalardır bu kürsüden konuştuğumuz ve nihayet geçen hafta Saray muhafızı ortakları eliyle itiraf edilen ömür boyu başkanlık saplantısıyla ilgilidir. Bu, ‘Sözde Büyük Türkiye’ oyunuyla ilgili ikinci bir itiraf perdesidir. Elbette riyakarlık ve cüretkarlığın en üst ve en iğrenç gömleği giyilerek yapılmaktadır. Saray kayyumu zat şimdiden bilsin. Senin değil 10 yıl, orada 10 dakika daha oturmana tahammülümüz yoktur. Senin çaldığın ve çalacağın savaş davullarından da korkumuz yoktur. Tüm emareler açıktır ki, 2025 yılı ya saray rejiminin Anayasa, çözüm, normalleşme ve savaş naralarını bir torbaya doldurup ‘verin yetkiyi’ dediği yıl olacak. Ya da bizim bu rejimi çöp torbasına koyup attığımız dönemin şafağı olacaktır. Çoktan gayrımeşru hale gelen Saray rejimi ve başındaki zat da çok iyi bilmektedir ki bir daha cumhurbaşkanı olamayacaktır. Kopartmaya çalıştıkları tüm fırtınaların sebebi de önlerinde duran bu hakikattir.
“Koltukları için feda etmeyecekleri hiçbir değer yoktur”
Türk milletini ‘şok doktrini’ yoluyla ölüm fermanına ikna etmek için debeleniyorlar, saçmalıyorlar, deliriyorlar. Bu öyle bir deliliktir ki, Terör rejimiyle yönetilen İsrail’e, ABD ve Londra’nın faiz lobilerine, istihbarat servislerine, Avrupa’daki eski ortaklarına, dostlarına ve varlık sebeplerine, 22 yıllık diyet borçlarını ödemek için, Göreve gelirken hangi taahhütleri, görevde kalmak için hangi tavizleri verdilerse, Bugün de o koltuktan kalkmamak için emin olunuz ki, ne istiyorlarsa verecekler. Değil teröristbaşını İmralı’dan çıkartmak; Emin olun, Anayasa’dan çıkartmayacakları hiçbir madde, koltukları için feda etmeyecekleri hiçbir değer yoktur. Türk topraklarını taammüden, Avrupa’nın insan ve atık çöplüğü yapmalarının sebebi de, lügatlerinde satılamayacak, pazarlanamayacak hiçbir şeyin olmamasıdır. İşte bu yüzden, bilinmelidir ve unutulmamalıdır ki Türk, kendi devletine adını verirken, o devletten de adını almıştır. Bu ruhun ve cismin bileşkesi de Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Her kim ki Türklüğü ve Cumhuriyeti üniterliği ve Meclis üstünlüğünü ayırmaya, ortadan kaldırmaya çalışır, bilin ki o iflah olmaz bir gafildir, aklını yitirmiş bir delidir ve muhakkak ki bu millet ona haddini bildirecektir.''