Gök Vatan’ın yakışıklısı ANKA III, Türkiye için ne anlam ifade ediyor. Gazeteci Sertaç Aksan değerlendirdi.

Azerbaycan’ın JF-17 talebinde Türkiye kilit rol oynayabilir Azerbaycan’ın JF-17 talebinde Türkiye kilit rol oynayabilir

TRT HABER’den Sertaç Aksan, ANKA III hakkında önemli detaylar verdi.

Savunma ve Havacılık Uzmanı Kubilay Yıldırım Aksan’a önemli detaylar anlattı.

Kubilay Yıldırım, Türk havacılık endüstrisinin insansız hava araçları (İHA) yönünde gelişmesine yönelik en kritik kararlardan birinin 2004 yılındaki meşhur Savunma Sanayi İstişare Kurulu (SSİK) toplantısında alındığını söylüyor.

Bu kararın iki konuya vesile olduğundan bahsediyor… TUSAŞ’a orta sınıf bir İHA geliştirme projesinin verilmesi. Ki bu projenin ismi daha sonra ANKA oldu. Ayrıca, proje olgunlaşana kadar aynı kabiliyetin Türk Hava Kuvvetleri tarafından kullanılabilmesi için İsrail’den Heron adı verilen İHA’ların temini.

“Heron’ların temini ve işletilmesi oldukça meşakkatli bir proje haline gelmiş olsa dahi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) kısa sürede terörle mücadelede oldukça önemli imkanlar kazandırdı” diyor Yıldırım. TSK’nın o yıllarda İHA’ları birer keşif/gözetleme ve silah güdümlemesi platformu olarak kullanabilmek için kendi doktrinlerini geliştirdiği ve bu kabiliyeti içselleştirdiği üzerinde duruyor.

Kamuoyundaki temel inanışın aksine, çok az sayıdaki ve kabiliyetleri epey kısıtlı Heron’ların dahi TSK’ya terörle mücadelede bir avantaj sağladığını söylüyor Yıldırım. Yıllar içerisinde çok daha modern sensörlerle ve yüksek adette envantere alınabilen, çok daha uzun süreler havada kalabilen TAI üretimi ANKA ve Baykar üretimi TB-2 platformları ile de dünyada emsali az olan bir kabiliyet kazanıldığına dikkat çekiyor.

Akabinde bu platformlar silahlandırıldı ve oldukça güvenilir silah taşıma platformları haline geldi.

“Yaklaşık 15 seneye yaygın bu süreç sonucunda TSK, tüm kuvvetleri ile İHA ve SİHA’ları doktrine etti, içselleştirdi ve operasyonel kurgularının vazgeçilemez bir parçası haline getird.” cümleleriyle özetliyor kat edilen yolu.

Kubilay Yıldırım’ın bahsettiği yıllar gerçekten de kritik. Ancak o dönemde sürece yakın isimlerle konuştuğumuzda herkesin aklında benzer bir soru vardı. Acaba Türk mühendisler bu başarının devamını getirip kendilerini aşabilecek miydi yoksa yolcuğumuz ANKA ve TB-2 seviyesinde mi kalacaktı?

İşte bu sorunun cevabının da artık verildiğini belirtiyor Yıldırım ve devam ediyor:

“Bu dönem elbette teknik bir gelişime de vesile oldu. Çeşitli İHA projeleri ile birden çok firmamız otomatik uçuş kontrolü, çoklu aviyonik sistemin koordinasyonunu ve uçan gelişmiş bir gövde tasarım/imali kabiliyetlerini kazandı.

Platformlar kabiliyet kazandıkça bunlardan atılacak özel mühimmatlar geliştirilmeye başlandı. Bu konuda Türk savunma sanayii dünyada neredeyse eşi benzeri görülmeyen bir dinamizme ve üretkenliğe kavuştu. Kabaca pervaneli, mühimmat ve sensörlerini gövdesinin dışında taşıyan, radarda ışıl ışıl görünen, nispeten yavaş platformlar geliştirmek ve üretmek konusunda sektör bir süre sonra doyuma ulaştı.

Ancak bu tip platformlar hava savunma tehditlerinin görece az olduğu ve bunun manipüle edilebildiği sahalarda gerçekten etkin olabilen platformlar. Örneğin TB-2 ve ANKA, TSK’nın terörle mücadele operasyonları, Libya ve Azerbaycan’ın Ermenistan işgali altındaki Karabağ’ın kurtarılması operasyonlarında kısmen feda edilerek ancak başarılı şekilde kullanılabildi. Bu çatışmaların hepsi gelişmiş diyebileceğimiz hava savunma tehditleri bulunmayan sahalardaydı. Türkiye, S/İHA kabiliyetlerini bununla sınırlandırmayıp çok daha gelişmiş platformlara da yatırım yapmaya başladı.”

Bu noktada bir bilgi daha paylaşıyor Yıldırım ve 2015 yılı itibariyle Türk kamuoyunda ilk kez jet motorlu, düşük radar görünürlüğü kaygısı ile tasarlandığı belli olan platformlara ait kavramsal tasarımların konuşulmaya başladığını anlatıyor.

2022 yılında Baykar’ın jet motorlu, düşük görünürlüklü ve mühimmat yükünü gövde içinde taşıyacak şekilde tasarlanmış olan Kızılelma platformunu kamuoyuna duyurduğunu hatırlıyoruz. Aynı dönemde TUSAŞ Genel Müdürü Prof. Dr. Temel Kotil de ANKA-III adlı platformu duyurmuş ve ilk kavramsal tasarımlarını tanıtmıştı. “Bu iki projede de daha ağır, yük taşıma kapasitesi yüksek ve bunu gövde içinde taşıyabilecek, jet motorlu ve oldukça yüksek hızlı platformların hedeflendiği görülüyor” diyor Yıldırım.

KIZILELMA İLE ANKA-III FARKI NE?

Baykar’ın tanıttığı Kızılelma dışarıdan bakıldığında sadece pilotu ve kokpiti olmayan yeni nesil jet uçağı gibi görünürken, ANKA-3 çok daha farklı, ‘uçan kanat’ türünde farklı bir tasarımdı.

Bu farkın ne anlama geldiğini sorduğumuzda, “Baykar’ın Kızılelma ile oldukça hızlı ve yüksek performanslı, çok yüksek manevra kabiliyetine sahip bir aerodinamik gövdeyi hedeflediği anlaşılıyor. Yine bu tasarımla düşük görünürlüklü, ses altı ve ses üstü hızlarda uçabilecek bir platform ortaya çıkardılar” yanıtını alıyoruz.

TUSAŞ’ın ANKA-III tasarımına da değiniyor Yıldırım ve çok çok düşük görünürlüklü, ses altı hızlarda uçacak, manevra kabiliyeti çok daha düşük bir platformun hedeflendiğini vurguluyor:

“Kızılelma yüksek hızla, yüksek manevra kabiliyeti ile gerek yalnız başına gerekse de Milli Muharip Uçak gibi uçaklarla belirli bir hava sahasında, radarlara daha az görünerek ona verilecek her türlü görevi ifa etsin isteniyor. Bunun içerisinde Baykar firması yöneticilerinin yaptığı açıklamalara göre hava-hava mühimmatlar, hatta bir makineli top ile hava sahasının korunması, gerekirse yüksek performanslı hasım uçaklarla it dalaşına girilmesi dahi var.

ANKA-III’te ise düşman radarlarına belki de hiç görünmeden, optik gözlem sistemlerine hiç takılmadan çok uzun mesafelere uçmak, gerekirse belirli bir hava sahasında çok uzun süre kalmak ve verilen görevi ifa etmek temel hedef. Anka-III bu bakımdan gelişmeye açık, gövdesine entegre ve düşük yayın yapan ya da hiç yapmayan sensörleri ile düşman tarafından çok zor, belki de hiç tespit edilemeyecek bir platform olmaya aday.

Aynı şekilde, düşman hava sahasında optik, elektronik keşif ve gözetleme, hedef tespit ve teşhisi, çeşitli mühimmatları ile düşmanın hava sahası içine nüfuz ederek kritik ve kıymetli hedeflerin imhası akla gelen ilk görev tanımlarından.

Kızılelma’ya göre, yukarıda anlattığım tasarım felsafesi sebebi ile ANKA-III’ün yoğun tehdit ortamında dahi düşman radarlarına takılmadan düşman hava sahasına hedef kıymetlendirme yapıp, mühimat salma menzillerine kadar girmesi mümkün olabilir. Bu sessizliği, radar yankısı düşüklüğü ana hedefi ile bazı performans parametrelerinden bilerek ödün verildiği gayet açık.”

Mevcut şartlarda düşman hedeflerine çok uzun menzilli, karışık yazılımlara sahip, çok pahalı ve hedefe vardığında imha olan seyir füzeleri ile saldırılıyor. Bunun yerine ANKA-III gibi çok silik bir platformla düşman hava sahasının, platformun imkan verdiği ölçüde derinine girerek, burada daha doğrudan mühimmatlarla saldırmanın mümkün olabileceğini öğreniyoruz.

“Yine muharebe sahasının sisi, karmaşası ve hatta görev planlamasının gereği ile göreve giden birkaç platformun imha olması ise gerektiğinde göze alınabilir. Bu da operasyonel planlamaya büyük bir esneklik getiriyor. ANKA-III bu bağlamda Türk Hava Kuvvetleri’ne F-35 ile edinmeyi hedeflediği bir kabiliyete MMU platformunun hizmete girmesinden önce kavuşması imkanı sağlayacak” diyor Yıldırım.

Editör: Haber Merkezi