.....düşürsem olmaz,
düşürmesem hiç olmaz..!
Neyi mi ?
İçime düşen kurdu tabiki..
Önceleri sanırsın ki, içindeki küçük bir kurtçuk..
..sonra maalesef öyle olmadığını,
geçmiş tecrübelerinide işin içine kattığında anlarsın..
...o kurtçuk büyüyüp kıllanmaya başlar,
o kıllanınca, sen de doğal olarak kıllanırsın artık.
Yine de temkinli olmak istersin kendi kurtçuklarına karşı..
Hani, bu içime düşen kurtçuk varya dersin… Günlük hayattakilere benziyor,
mesela gece ansızın kalkıp pencereleri kontrol etmek
gibi bir şey galiba..
Veya evden çıktıktan sonra,
hiç üşenmeden, en uzak mesafeden bile olsa geri dönüp,
ocağı kapatıp, kapatmadığından emin olmak istemek gibi de olabilir der, o kıllı
kurdu yine kurtçuk olarak hapsedersin içinde..
Anahtarı yanına alıp almadığını,
çocuğun üstünü örtüp örtmediğini...vs...
Tüm bunların, hep “kontrol” eden bir refleksin sonucu olarak tezahür ettiğini
düşünerek, sosyal hayatta içimize düşen kurtçuklarla olan ilişkimizi
sıradanlaştırma çabasına girer ve hatta bunu da es geçersin..
Bu durum dayanılmaz bir hal almaya başlar,
uyku tutmaz sonunda..
Hele, hep savaşmış biriyseniz bu hayatta ve dost düşman algımızın içerisinde
yer alanların, beynen, ruhen arızalı olduklarını da görmemiz ise düşünmeyi
bırakmamıza asla fırsat vermez..
O içimizdeki minik kurtçuklar büyüyüp,
sorgulamalarımızın yön değiştirmeye başlamasına sebep olur.
İşte o zaman bütün kurtları dökmeye karar verir ve bütün alışkanlıklarımızdan,
çevremizden vazgeçmeyi bile masaya yatırırız..
Siz siz olun, dostluklarınızdan ve hatta aidiyet hukukuyla bağlı olduğunuza
inandığınız çevreden yana içinize bir kurtçuk düşerse, kıllanacak kadar
büyümesine izin vermeyin..
...ki son kertede boş yere yıpranmış olmayın.
Giden hep ömürden.
Sevgiyle kalın...