Vefat ettiği gün, bizim küçücük köy, küçücük ilçe kocaman olmuştu. "Ne çok cami varmış" dedim. Selaların da hüzün, yüreklerin de sessiz çığlıklar vardı müezzinlerin.
12 yaşındaydım. Eve yakın olan camiye beni yollamıştı babam. Sabah ezanına 1 saat vardı daha. "Git hocayı uyandır, sela okusun. Uyumanın zamanı değil hoca. Dünya Türklüğünün lideri gitti, Başbuğ Alparslan Türkeş gitti de yavrum!" demişti ağlayarak. Ben çocuktum ve babam benim gibi ağlıyordu. Hocanın kapısını küçük avuçlarımla yumrukluyor, bir yandan da "Ama ben onun elini öpecektim" diye öfkeli göz yaşları döküyordum. Hoca kapıyı açtı, yüzüme tuhaf bir ürküntüyle baktı. "Ne oldu çocuk" dedi. "Ben onun elini öpecektim ama o gitti. Başbuğ Türkeş öldü!" diyebildim. Hoca "deme be çocuk" deyip ayakkabılarını giyerken ben anlamsızca koştum.
Yazının Devamı Makalede...