Ülkücü Şehit Cengiz Baktemur Malatya'nın Doğanşehir ilçesine bağlı Polat köyünde doğdu. 20 yaşındaydı. Ailece, Doğanşehir'de Yeni Belediye Garajı'nın yakınında ikamet ediyorlardı.
Liseyi yeni bitiren Ülkücü Şehit Cengiz Baktemur, Doğanşehir'de meydana gelen bir olaya adı karıştığı için tutuklanıp cezaevine kapatıldı ve 12 Eylül Mahkemeleri'nde yargılanarak idam cezasına mahkum edildi.
1 Mayıs günü sabahın erken saatlerinde Elazığ kapalı Cezaevi'nde asılarak şehit edildi.
ANNESİYLE SON GÖRÜŞMESİ...
O gün, Nisan'ın son günüydü. Bir süre önce gazetelerde "İdam cezası 12 Eylül diktatörlerince tasdiklendi" diye yazınca, Cengiz’in annesi Elazığ'a gelmişti. İçinde belki yavrumu bir daha göremem endişesini taşıyan ana, evladıyla görüşmek istiyor ama cezaevi idaresi bu görüşmeye izin vermiyordu. Yüreği yaralı ana, oğlunu görmek için bütün gücüyle diretiyor ve cezaevinin önünden de ayrılmıyordu. Daha sonra araya giren bir astsubay, bölük komutanı yüzbaşıya ulaşarak, bu görüşmenin gerçekleşmesini sağladı. Görüşme yerine giren, gözleri ağlamaktan şişmiş olan ana, evladına öyle bir sarılmıştı ki, adeta onu alıp içine koymak, onu bekleyen kötü akıbetten saklamak ister gibiydi. Cengiz’i öpüyor, kokluyor, bağrına basıyordu. Ana, bir yandan ağıtlar yakıyor, kafiyeli sözler söylüyor, oğluna duyacağı hasreti dile getiriyor, bir yandan da başta Kenan Evren'e olmak üzere bütün 12 Eylül cuntacılarına beddualar yağdırıyordu. Mübarek kadın, hıçkırıklara boğularak,
"Oğlum zannetme ki, seni kurtarmak için uğraşmadık" derken, oğlu için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını anlatıyor, başarılı olamadıkları için de adeta özür diliyor, gibiydi.
"Ana yeter ki sen üzülme, alnımıza böyle yazılmış" diyen Cengiz ise anasını teselli etmek için çırpınıyordu.
ANNESİ ÖLÜM HABERİNE DAYANAMADI
Mahkemede idam cezasına çarptırıldığını öğrenen annesi. Ruhi bunalım geçirdi. Şehadetini duyunca da felç oldu.
MAHKEMEDE DİK DURUŞUNDAN VAZGEÇMEDİ
Malatya'nın Doğanşehir ilçesinden..
Mahkemede doğruyu ve gerçeği olduğu gibi söylemenin bedelini canı ile ödemiştir.
Hakikatte bu tür vakalar hep bahanedir. Asıl olan, mudlak olan zahiri görüntülerin hep vasıta olduğudur...
Hakim soruyor:
- Ne diye öldürdün, niçin öldürdün?
- Arkadaşlarımı vurmuşlardı Sıra bendeydi. Ben vurmasam günün birinde onlar beni vuracaktı, sizleri vuracaktı, Türk milletini bedbaht kılacaktılar..
Karar: Samimi itiraflarından ötürü idam.
Şurası hiç unutulmamalıdır ki, Cengiz'in son günleri ve son günü doğuran mazisi üç aşağı beş yukarı diğer şehitlerle benzerlik arz eder.
Onun son günleri, iç alemi, sehpa dünyası hakkında müşahhas materyal ne yazık ki elimizde yok. Ancak onunla yatmış arkadaşlarının beyanları, onun bir kahramanlık portresi çizdiği yönündedir.
Cezaevi personelinin onun için söylediği şudur:
- Bizce şehittir o. Şehidlik mertebesine ermemiş birinin kârı değildir sevinerek ve koşarak ilmiği boynuna geçirmek...Herkesi günlerce ağlattı. Yemekten sonra ölüm öyle korkulacak bir hadise olmaktan çıktı. Gözümüz korkmadı ölümden. Bu dünya hayatı ile ahiret yurdu arasında incecik bir sınırdır ölüm. iş ki o sınırı azimle, sabırla ve cesaretle geçmektir.
SON ARZUSU
Şehadete hazır olan Cengiz'e usulen son arzusunu sordular.
"Bir bayrak ve Kur’an-ı Kerim istiyorum" dedi.
Ortalık bir anda hareketlendi. Görevliler dört bir yandan koğuşlara doğru koşmaya başladılar. Az sonra birisi, elinde bir Kur’an-ı Kerim ile geldi. Cengiz, Kur'an-ı aldı ve üç kere öpüp başına koydu.
Koca cezaevinde bir bayrak bulmak epey zor olmuştu! Nefes nefese gelen birinin getirdiği küçücük bayrağı Cengiz'e verdiler. Sakin bir edayla dürülü olan bayrağı açan Cengiz, iki eliyle kenarlarından tuttuğu bayrağı göğsü hizasına kadar kaldırarak ileri uzattı ve sesli olarak;
"Ey benim şerefli bayrağım... Ben seni dalgalandırmak için çok mücadele ettim ama seni dalgalandırmaya gücüm yetmedi" dedikten sonra öpüp başına koydu.
Kur'an-ı öperken ve bayrağa hitap ederken darağacının önünde bulunan Cengiz'in bir yanında biraz sonra kendisini boğacak ip sallanıyor, bir yanında da az sonra üstüne çıkacağı tabure duruyordu.
ÜLKÜDAŞLARINA VASİYETİ
Cellat, esmer tenli, zayıf vücudu ile sabahın alacakaranlığında olduğundan daha uzun boylu görünen Elazığ'ın Hankendi taraflarından olup hırsızlıktan sabıkalı zavallı bir adamdı. Bir kenarda korku içinde tir tir titriyordu. İnfaz heyetinden birisi, elindeki kâğıttan, az önce elleri arkasından kelepçelenmiş olan Cengiz'in yüzüne karşı idam kararını okudu. Kısa bir sessizlikten sonra; "Bir diyeceğin var mı?" diye sordu.
"Evet, birini sormak istiyorum. Yarbay Metin burada mı?"
"Hayır, burada yok."
"O zaman söyleyeceğim her hangi bir şey yok."
"Eğer o burada olsaydı ne söylemek isterdin?" dedi heyetten bir isim.
"Şunu herkes iyi bilsin ki; ben bugün burada Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kanunlarının gereğince değil, Yarbay Metin'in kanunları sebebiyle infaz ediliyorum. Eğer o, şu an burada olsaydı onun yüzüne tükürürdüm. Ayrıca, bunu onun yanına bırakanlara da hakkımı helal etmiyorum!"
İKİ KERE ASILDI CENGİZ
Sonra daha önceden hazırlanmış olan idam yaftası boynuna asıldı. Başında yünden örülmüş bir başlık (külah) vardı. İdam yaftasını asarken bunu başından almak istediklerinde; "Onu başımdan almayın. Onu cezaevindeki ülküdaşlarım benim için ördüler" dedi.
İnfaz komuta heyetinde gene bir homurdanma oldu ama sonunda külahın başında kalmasına izin verildi.
Cengiz, tabureye çıkarken cellat da yanında belirdi. Yukarıdan sarkan kemendi telaş içinde Cengiz'in boynuna geçirip aceleyle tabureye bir tekme atarak kaçtı. Karanlığın içinde saklanmak ister gibiydi. Anlaşılmaz bir hırıltı kapladı ortalığı. Karanlığa benek benek düşen lambaların fersiz ışığında çırpınan, debelenen beyazlıktan başka her şey sanki taş kesilmişti. Ne kadar geçti bilinmez, Cengiz hala can çekişiyordu. İçlerinden biri, içinde biriken nefesiyle avazının çıktığı kadar bağırdı; "Böyle bir işkence olamaz. Tutun lan, kaldırın!"
Aynı duyguları paylaşan iki asker, zembereğinden boşanmış bir yay gibi atılarak Cengiz'i ayaklarından tutup havaya kaldırdılar.
Az sonra bir köşeye sinmiş olan cellat bulunup geri getirildi ve bu defa ipi Cengiz'in boynuna tam geçirmesi söylendi.
Ve cellat, tekrar tabureye tekme attı...
Cengiz, yağlı urganın ucunda hafif hafif sallanırken, güneş ışıkları da ufku aydınlatmaya başlamıştı.
Ruhun Şad olsun, mekânın cennet olsun.