Ormanda aç susuz dolaşan kurt, bir köpekle karşılaşır. Kısa bir bakışmanın ardından ilk cümle kurttan gelir, “kardeş, sen ne kadar da bize benziyorsun “ kimsin necisin ? Kurt’u cahil gören köpek; “bilmez misin kardeş, biz akraba sayılırız” der. Köpeğin samimi sözleri ve güven veren tavrı, Kurt’un hoşuna gider ve muhabbete başlarlar.

   Kurt, mevsimin kış olması hasebiyle zayıf düşmüş ve aç bir halde olmasına karşın köpeğin böyle bakımlı olmasını hayretle karşıladığı için sormak zorunda hisseder kendini: “Kardeş tüylerin ne parlak öyle, iyi beslenmiş ve güçlü görünmektesin. Bunu nasıl başarıyorsun ? Kurt’un cahilliği nedeniyle köpek, bilgiç edasını sürdürür: ”Efendim sağ olsun”.. “ Efendim mi” diyemez Kurt, bilmez “efendim “ ne demektir ? Bilmez ama soramaz da utancından… Cahilliği belli olmasın diye.. Köpek, Kurt’un hayret içeren bakışları karşısında anlatmaya devam eder.

“ Benim efendim ne iyi insandır. Bana ait bir kulübem var, her gün düzenli yiyeceklerim gelir, efendime asla ihanet etmem” der. Köpeğin böyle uzun uzun anlattığı “efendiye” karşı merakını gizleyemez Kurt. Sorar köpeğe:

   Yahu bu “ efendi “ nasıl bir şey ?

   Köpek başlar üst perdeden anlatmaya : “ Benim efendim insan dediğimiz yaratık. Beni besleyen, büyüten, eğitendir. Sıcak kulübemi, karın tokluğumu ve böyle temiz güçlü oluşumu O’na borçluyum. Sen ve senin gibi kaba-cahil Kurtlar, kışın ortasında bu ıssız ormanda, aç-susuz bir yiyecek ararken, benim efendim bana en güzel şekilde bakıyor” diyerek Kurt’a nispet eder. Gerçekten açlıktan bitap düşmüş Kurt, acınacak haldedir ve köpeğin bu güzel anlatımından etkilenmiştir. “ Senin efendin, beni de almaz mı yanına " der.

Kurt’un bu dileği karşısında iyice koltukları kabaran köpek; “efendim beni çok sever, ben isterim de o yapmaz mı ? Hele bir gidelim yanına, sen o işi oldu bil” der kasılarak..

   Kurt mutlu olmuştur bu durumdan. Şu kış gününde biraz olsun rahat yüzü göreceği için sevinçlidir. Takılır köpeğin arkasına, çiftliğe doğru ilerlerler. Köpek önde, kurt arkada, koşar adım ilerlemektedirler. Tam bu esnada Kurt’un dikkatini çeker, köpeğin boynunda bir iz vardır.

   Sormadan edemez Kurt; “kardeş, nedir o boynundaki derin yara… Yoksa sana saldıran mı oluyor ? “

   İT yutkunur...!!  Az önceki bilgiç halinden eser yoktur. Sesi titreyerek “ Saldıran falan yok bana. O yara, boynumdaki tasmanın izidir.”

   O güne kadar tasma kelimesini hiç duymadığı halde Kurt, sözün gidişinden olayın varacağı yeri sezmiştir. Bu nedenle hiddetle sorar:

   “ Nedir bu tasma anlat hele İT der “ Kurt’un haykırışından ve düştüğü acziyetten iyice ezilen köpek başlar anlatmaya:

   “ Evet, efendim her şeyimi verir. Bunun karşılığında da tasmayı takar boynuma. O ne derse onu yaparım. Efendimin emrinden çıkmam. Efendimin istediğine havlar, dilediğine saldırırım.

   Çünkü efendim… diye anlatmaya devam edecekken Kurt’un ulumayı andıran sesi duyulur.

   “ Kes artık “ !!!O an’a kadar uysal bir görüntü veren ancak karşısındakinin bir köpek olduğunu anlayan Kurt, birden devleşir. Özgürlüğünü hiçbir şeye değişmeyen bu asil varlık, köpeğe hayat dersi vermeye başlar..

   “Demek ki sen, bu besili halini, bu bakımlı duruşunu ve karın tokluğunu özgürlüğünü satarak elde ediyorsun.

   Bu sözlerimi iyi dinle soysuz İT.. Bilge Kurt dedem hep anlatırdı: Bir gün seninle akraba olduğunu söyleyen köpekle karşılaşırsan şunu asla unutma. Bu köpekler bizim akrabamız değildir. Onlar bize benziyormuş gibi görünse de; efendilerinin, sıcak yuva ve yiyecek karşılığında tasma taktıkları, soysuzlaştırdığı Kurt kırmalarıdır.

Onlardan uzak dur!” Ve artık köpeğe son darbeyi vurmanın zamanı gelmiştir.

   “ Sen efendin için havlamaya devam et İT.. Karnını doyurmak, tüylerini parlak göstermek ve sıcak bir yerde uyumak için hürriyetini sat.. Ama ben bunu asla yapmam. Açlıktan ölsem, soğuktan donsam da hürriyetimden vazgeçmeyeceğim. Senin gibi boynumda tasma ile yaşamaktansa onurumla ölmeyi yeğlerim.

   Ne yazık ki ;

   Türlü nedenlerle kimliğinden, kişiliğinden taviz verenler belki de basit bir kemik uğruna aşağılık bir şekilde yaşayarak; öz benliğine yakışmayan bir haldeyken, bir de vakur duruşunu bozmayanlara düşman olmaktadır.

Oysa bu millete önce şahsiyet sahibi olmak öğretilmiştir.. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, yabancı bir devlet adamıyla görüşürken, servis yapan görevlinin devlet adamının üzerine çay döktüğünde dediği gibi “ Ben bu millete her şeyi öğrettim ama bir uşaklığı öğretemedim “ sözü beyinlere kazınmalıdır.

Şahsiyetçilik en önemli ilkemizdir.

   Maalesef, İzlerin birbirine karıştığı zamanlardayız.

   Kelâmım...!

Devlet ;

Sahip olmadan, sahip çıkmayı bilmeli..

Adamıyla, çakalı

Soytarıyla, satanı arasındaki farkı ayırt etmelidir…

Etmiyor mu ?

Canı sağolsun....

Sevgiyle kalın.