Yeniden merhaba..
Haber hergün de son yazımızdan bu yana köprülerin altından çok sular aktı. Dünyada ve Türkiye’de çok şey değişti. Bu değişimin genel değerlendirmesi yapıldığında, Türkiye'nin olumlu anlamda ciddi çabaları ve kazanımları olduğunu düşünenlerdenim. Soğuk savaş sonrası dünyadaki bozulan dengelerin yarattığı kaos içinde, güç mücadelelerinin, sert rüzgarların estiği bir dönemi yaşıyoruz. Bilinen bütün dengelerin bozulduğu, birlikteliklerin bir günde ayrılığa, ayrılıkların birlikteliğe dönüşme potansiyeli olan, ezberlerin bozulduğu bir dünya bu. Büyük imkanlar kadar büyük risklerde barındırıyor.
Türkiye son yirmi yılında AB-ABD'nin oluşturmaya çalıştığı "yeni dünya düzeninde" bölünüp etkisizleştirilecek devlet kapsamında değerlendirilmesi sebebiyle içerden ve dışarıdan ciddi baskı ve tehditlere maruz kaldı. "Devlet aklı" yanlış bir seçimle AB'ye ne pahasına olursa olsun kapağı atıp,bu fırtınayı atlatmayı denedi başlangıçta.
Taviz üstüne taviz verilip, milli güçlerin yıpratıldığı, taşların bağlanıp köpeklerin serbest bırakıldığı uzunca bir dönem yaşadık. Teslim olmakla da kurtulamayacağımızı yaşayarak öğrendik ve ağır, ağır kendi dinamiklerimizle bir şeyler yapmamız gerektiği kafamıza dank etti.
Bundan sonra attığımız her doğru adımın bedelini ağır ödedik. Terör, ekonomik ablukalar darbe, iç savaş denemeleri, siyasi operasyonlarla yüzleştik. Bizi öldürmeyen her teşebbüs bizi güçlendirdi. Hala ciddi zaaflarımız var ama bunları aşmanın yolunun AB-ABD dümen suyuna girmekten geçmediğini bilakist o dümen suyunun problemlerimizin temel nedenlerinden olduğunu anladık. Anlamayan, anlamak istemeyen, O yalakalıkta hayat arayan, menfaat umanlarımız var mı?
Var elbette, azımsanmayacak miktar ve güçte.
Obama dönemi ABD'nin AB ile birlikte global hegemonya arayışlarının iflası ile sona erdi.
Tepki olarak ortaya çıkan Trump dönemi, AB yi baskılayarak kendi ekseninde tutma, Çin'le mücadele, uluslararası kurumları yok sayarak pragmatik ABD çıkarlarının dayatılması politikaları ile biçimlendi.
Bölgemizde Obama döneminde İran'ın öncelenmesi politikalarının bu dönemde ters dönmesi İsrail'e ağırlık verilmesi, yeni denklemlerin oluşmasına sebep oldu. Ortaya çıkan boşluk bize zaman ve güç kazandırdı.
ABD'de Biden'in seçilmesi, dünya ve bölgemizde ciddi değişikliklere sebeb olacaktır.
Her şeyden önce ABD-AB hattı Obama dönemindeki gibi batıdaki temel eksen olarak yeniden düzenlenecek, uluslararası kuruluşlar bu hattın hegomonik faaliyetlerinin emrine verilecektir. Bu, bizim için tek, tek üzerimize gelen güçlerin senkronize biçimde üzerimize gelmesi anlamını taşıyor. Kaba bir söylem yerine, insan hakları, demokrasi, uyum sosuna bürünmüş organize bir baskı ile yüzleşmeye hazır olmalıyız.
Muhtemel ABD-AB ile İran yakınlaşması da bölge denklemlerinde yeni değişmelere sebep olacaktır.
Rusya batı gerilimi giderek şiddetlenecek, Türkiye ve Rusya karşı karşıya getirilmek istenecektir.
Özetle Obama dönemindeki globalist politikaların, günün şartlarında revize edilerek, ABD-AB hegomonyasını dünyaya kabul ettirme filmini tekraren yaşayacağız.
Şimdiden ABD, Fransa, Almanya dışişleri bakanlarının, Türkiye'nin meşru hak ve çıkarlarından vazgeçmesinin batı ile iyi ilişki kurmasının şartı gibi takdim edilmesi, aksi halde... diye başlayan cümleler kurulması, ilişkilerin yakın gelecekte gerginleşeceğini işaret ediyor.
Türkiye'nin Kıbrıs, doğu Akdeniz, Suriye, Libya'da aşırı, uluslararası hukuka aykırı talepleri mi var?
S-400 ler konusunun bu kadar büyütülmesinin gerçek sebebi ne?
Bütün bu konular Türkiye'nin hayati çıkarlarıyla yakından ilgili ve duruşunun haklı, meşru ve net olduğu konular. Taviz verilmesi söz konusu olamayacak alanlar. ABD-AB'nin size layık gördüğümüzle yetinin ve karşılığında da jeopolitiğinizin avantaj ve imkanlarını hizmetimize sunun, adeta düşük ücretli kölem olun cümlesi ile özetlenebilecek bu politikaları revize edilemez ise, ciddi gerginliklere yol açması kaçınılmaz.
Türkiye'nin resmi politik söylemi ne olursa olsun, soğuk savaş bittiğinden beri, milli menfaatlerine birinci dereceden tehditin ABD-AB hattından geldiğinin bilincindedir artık. İster kaba, ister hukuk, demokrasi, insan hakları ambalajlı gelsin, kendinden istenenin şuurundadır. Bu hatta Türkiye'yi artık havuçla oyalamasının mümkün olmadığının farkında, iradesini kıramazsa, düşman safa iterek batı sisteminden, siyasi, askeri, ekonomik yapılardan dışlamak yolunu tutmuş görünüyor.
TÜRKİYE KENDİ EKSENİNİ OLUŞTURMALIDIR
Kabaca özetlediğimiz bu durum karşısında Türkiye'nin neyi yapması, neyi yapmaması gerektiği, son on-on beş yıllık tecrübeler ışığında bellidir. Milli menfaatleri, jeostratejik konumu, tarihi ve kültürel birikimi, devlet tecrübesi Türkiye'nin şu veya bu güce yaslanarak değil, kendi hinterlandında, kendi eksenini oluşturacak, kararlı bir yürüyüşü gerçekleştirmesini zorunlu kılmaktadır.
Ayaklarımızı reel politik gerçeklerden koparmadan, ABD-AB’nin temel zaaflarını ve kırılganlıklarını da değerlendirerek, bölgemizde hakka, hukuka, riayet eden yeni bir güç, çekim merkezi inşası birinci önceliğimiz olmalı.
Azerbaycan, Pakistan, Ukrayna, Gürcistan, Katar'la politikalar her alanda daha da güçlendirilerek, çekirdek bir ittifaka dönüştürülmeli, Rusya ile ortak menfaatler ön plana çıkarılarak AB-ABD hattı dengelenmeli, Çin'le işbirliği geliştirilmeli, ancak kendini süper sanan hiçbir güçle bağımlılık ilişkisi oluşturulmamalıdır.
Türkiye'nin adım, adım kendi güç merkezini oluşturacak tarihi tecrübesi ,siyasi, kültürel, coğrafi, ve ekonomik potansiyeli vardır, son yıllarda kendi güç dinamiklerine yaptığı yatırımlarla, kurduğu ilişkilerle bu yönde başarılı olabileceğini de göstermiştir.
Bölgemizde Türkiyesiz yapılacak her düzenlemeyi bozacak, kim olursa olsun kendinle eşit, ortak menfaatler doğrultusunda ilişkiye zorlayacak güç ve potansiyelimiz mevcuttur.
Türkiye ile bu şartlarda ilişkiye razı olmayan, Türkiye'nin güçlenmesinden, bağımlılık ilişkilerini kopartmasından, potansiyelini kullanmaya başlamasından rahatsızlığını açıkça ve tehdit dili ile ifade etmeye başlayan ABD-AB ile ilişkilerin kırılma noktasına gelmemesi zor görünüyor. Bu gerçeğin farkında olmak ve zor bir zamana, zor bir mücadeleye hazır olmak durumundayız.
Birkaç cümlede bu durumun iç politikadaki yansımaları üzerine kuralım. Dış politikadaki kırılmalar veya yönelişlerin iç politikayı da belirleme gücünün büyük olduğu bir dönemden geçiyoruz. Ne dünya eski dünya ne de Türkiye eski Türkiye.
Zamanın ruhunu okuyabilen, buna uygun güç biriktirebilen devletler ve siyasetler ayakta kalacak, diğerleri oluşan yeni güç merkezlerinin ve siyasetlerin gölgesinde, kendilerine uygun görülen formatlarda yaşama şansı bulabilecek.
Türkiye Biden'le esecek adalet, hukuk, demokrasi temalı yeni globalist, hegomonik çabanın belli menfaatlerin ambalajlanması ötesinde bir anlam taşımadığını, hollywood yapımları kadar bile içinin dolu olmadığının, herkes gibi farkında.
Yalan rüzgarlarına halkını kaptıracak hali de yok. Ancak bu güçlerle çıkar, köleleik ilişkisi kurmuş, siyasi, ekonomik, azınlık ırkçısı birtakım güç çevrelerinin şımarmasına, semirmesine müsaade etmemek dikkat edilmesi gereken ilk husustur kanaatindeyim. Devletin her zamankinden daha çok asli unsuruna dayanıp, ondan güç almasını gerektiren, bu unsurlara güç vermesi, güven vermesi gereken bir dönemdeyiz.
Dönem taşların bağlanıp, köpeklerin salınmasını kaldırmaz!
Günlük, basit iç politika çekişmeleri, kısır manasız laf yarıştırmalardan arındırıldığında, siyasi yapıları, grupları partileri birbirinden ayrıştıran özelliğin; dış rüzgarlara yelken açmış, oradan bir esinti bekleyen, şu veya bu gücü ilahlaştıran ve çıkar ilişkileri oluşturanlarla, kendi hinterlandında, kendi değerleri ile bir güç merkezi oluşturma gayretinde olanlar ayrımı olacağını söyleyebiliriz. İç siyasetin gerçekten seviye kazanması ve ülkeye güç kazandırması, ikinci tür yapıların siyasete hakim olması, sözde evrensellik iddiasındaki hegomonik, emperyal yapıların üflemelerinin siyaset ortamını kirletmesinin önünün kesilmesi ile mümkün olacaktır.
Kabaca Türkiye'nin bugününe bakışımızı özetledik. Bu düşünceleri ayrıntılandıracağımız yazılarda buluşmak dileği ile...
BAKİ SELAMLAR.