Doksanlı yıllardan bugünlere gelişte Ülkücü hareket ve MHP de yaşanan konumuz bakımından önemli gelişmelere geçmeden önce,yapı ile ilgili birkaç tesbiti paylaşmak yerinde olacak; Ak parti'nin temel özellikleri dolayısıyla içinde bulunulan konjuktürün doğurduğu bir kitle partisi olduğunu söyledik.MHP ise kuruluşundan itibaren bir fikrin ,Türk milliyetçiliği fikrinin kucağında doğmuş,onu bir programa kavuşturarak siyaset arenasında boy göstermiş,gençlik,bilhassa üniversite gençliği içinde organize olarak idealist bir kadro yetiştirmek ve devlete yön ve hiza vermek iddialarıyla,oydan ziyade fikri, fiili ağırlığı olan,devlet için hayati problemlere odaklanan,odaklandığı konuda ses getiren bir hareket olmuştur.
       Bu yönüyle değiştirici,dönüştürücü gücü etkili,eğitici gücü yüksek,klasik parti yapılanması zayıf bir siyasi yapı hüviyetinde  olmuştur.Genel olarak kadrolarının siyasi bir kariyer veya siyasetten nemalanma gibi klasik siyasetin öne çıkan unsurlarından uzak olduğu için,amatör,gönüllü idealist yapı nedeniyle parti disiplini denilen şeyle pek zaptı rapt altına alınabilecek özellikler taşımaz.Bunun getirdiği bazı zaaflar olmasına karşın,hareketin karekterini korumada bir kalkan oluşturduğu da açıktır.Şimdilerde bu özellikler de aşınma olsada ,yapının genetiği budur.
     Konumuza dönersek,90'lı yıllarda yetişmiş kadrolarının çoğu bürokraside,sağ kitle partilerinde aktif ,önemli noktalarda etkili olan hareketin siyasi parti olarak merkez yapısı zayıf bir görüntüde idi. Ancak bu dağınık kadroların aralarındaki iletişim,güçlü yapısını sürdürmeye devam ediyordu.PKK terörü toplumdaki milliyetçi duyguları yükseltirken,merkez siyaset çözüm üretmekte kararsız ,aciz tavrıyla çatırdarken,MHP'den beklentiler,çeşitleniyor ve artıyor, biraraya gelip güçlü bir iktidar yürüyüşü düşüncesi giderek olgunlaşıyordu.BBP kopuşunun manasızlığına,devlet içindeki kimi odakların,bitmez tükenmez düşmanlıklarına,düzenledikleri fikri, fiili birçok provakasyonlara rağmen ,hareket 90'ların ortalarında yaralarını az-çok sarmış,ciddi
hareketlenmeler görülmekte idi.
   Devletin ve siyasetin içinde bulunduğu acz,çeşitli yapılar içinde güç biriktiren hareketin,bunalıma çözüm oluşturma,Türkiye'nin yarınına damga vurma potansiyeli yüksekti.1996 yılı,PKK teröründe alınan mesafelerde Türkeş'in rolü olduğu inancı,Refah partisinin belli odaklar karşısında dik duramaması,direnç gösterememesi,geri adım atma alışkanlığı,ürkekliği ile sağ kitlelerin beklentilerini karşılayamayışı,merkez siyasetin bölünüp itibarsızlaşması,özetle derin ekonomik,siyasi bunalım MHP'ye siyasi iktidara talip olacak zemini oluşturmuştu.
    Türkeş gerek siyasetin içinde,gerekse siyasetin dışında kalmış bütün kadrosunu toplayarak,partide yeni bir yapılanmaya gitmek,her partiden milletvekilleri dahil geniş katılımlarla ,ekonomi ,siyaset,dış politika alanında devleti, toplumu rahatlatacak,ülkeye nefes
aldıracak bir programla yeni bir iktidar yürüyüşü planını harekete geçirdi.

   Bu planın çalışmaları sessiz sedasız yürürüp bir noktaya gelmişken Çatlı'nın ölümü ile birlikte Türkiye biryerlerden düğmeye basılmış gibi olağanüstü bir ortama sürüklendi,yoğun bir propaganda ile PKK ile mücadele eden özel harekat karalanmaya,devlet-mafya ilişkileri
üzerinden ,devletin çetelerden temizlenmesinden dem vurulmaya,irticanın hortladığı duygusu verecek provakatif gruplar ortaya dökülmeye ,Çiller -Erbakan hükümetine sopa aleni gösterilerek sindirilmeye,medya ile halkta darbenin meşruiyeti oluşturulmaya başlandı ve beş-altı ay içinde süreç 28 şubat 1997 post modern darbesiyle neticelendi.

    Hesapta devlet çetelerden temizlenecek,dinci irticacı yapılar her alanda tasfiye edilecekti.Gerçekte hedefse hiç şüphesiz ,sovyetlerin çökmesi ile sarsılan dengeler için bölgeyi tanzim ederken,Türkiye'yi yeni duruma uyumlu hale getirecek,iç te ve dıştaki gelişmelere ses çıkaramayacak,dipten gelen talepleri hegomonlar adına önce geriletip,sonra güdümüne alacak,batı dümen suyunda yeni bir yapıyı oluşturmaktı.
    Böyle bir gelişmenin,mücadele geleneği sağlam ,tecrübe edinmiş,güç biriktirmiş bir hareketin Türkeş gibi bir lider önderliğinde hesapları ters yüz edebileceği ve Ülkücü hareketin devletteki etkin kadrolarından başlayarak yoldan çekilmesi gerektiği açıktı.28 Şubat'dan bir ay sonra Türkeş vefat etmemiş olsa bu sürecin halkta meydana getirdiği birikim MHP'yi tek başına iktidara taşıyacak potansiyeli sağlayacak yoğunluktaydı.Bu bakımdan Türkeş'in hiçbir sağlık problemi yokken ani ölümü en azından benim için hep bir muamma olarak kalacak.
     Olağanüstü hava şartlarına ve bir organizasyon olmamasına rağmen cenazesindeki milyonları biraraya getiren manzara,bu potansiyelin hayat bulmuş halini yansıtması bakımından önemlidir.
     28 Şubat dirilttiği tüm zinde güçleri ile topluma yüklenirken MHP de Bahçeli genel başkan oldu.Bu zinde güçlerin MHP kongrelerini dur bakalım ne olacak, kim kazanacak ? diyerek tribünden seyrettiğini düşünecek kadar saf olsaydık , ülkücü olmazdık herhalde!
     28 şubat süreci ile Türkiye'ye dayatılan bütün siyasetlerin başımızda getirdiği felaketlere kesin reddiyenin, ancak bu faturaya tahammülü tükenenlerin can havliyle, halkın can pahasına verdiği büyük destek sayesinde 15 Temmuz'da yazılabildiğini hafızalarımıza kazımamız gerektiğini düşünüyorum.
    O reddiyeyi 1999 larda biz yazmaya başlamalıydık,bu gücümüz,bu potansiyelimiz,mücadele azmi ve irademiz,tecrübemiz vardı. 1997-1999 arasında partinin dar kadrocu bir ekiple ideoloji taşıyıcı dava adamlarından, kanaat önderlerinden,tabii çevresinden,tabanından kopartacak tüm yanlışlarımıza rağmen seçimlerden sağın birinci partisi olarak çıkmamızın,yakalanan dip
dalgasının büyüklüğünü gösterdiğini hatırlatmak isterim. Beklentinin karşılığını verdik mi ? Hayır.Millette bizi ümit olmaktan çıkardı, ümitleri başka bir yapıya yönlendirildi.
     Temel hatamızın,28 Şubat ortamının güçlü dalgasını oluşturan yapıların, devlet aklımızı kurtuluşun !tümüyle AB ye girişle,sistemimizi ona göre revize etmekle mümkün olacağına,bunun için bir takım tavizler vermemiz ,bu arada ülkücüleri de terbiye etmek ve etkisizleştirmek gerektiğine, bir biçimde , ikna etmeleri olduğunu düşünüyorum.Buna alışıktık,bu didişme,mücadele bizim can suyumuzdu, ancak Bahçeli de bu ''devlet politikasına''uyum gösterdi ! Bir biçimde bu uyum Bahçeli dönemi MHP politikalarının temel prensibi olmaya devam etti.Bu uyum MHP'yi kendi kadroları,fikriyatı ,siyasi gelenekleri,siyasi tabanı ile uyumsuz hale getirse
bile.
     Türkiye'nin kurulu düzenine,sistemine muhalefet ile varolan MHP-Ülkücü hareket,devleti sahiplenme adına sitemi,kurulu düzeni sahiplenirken,bu muhalif alanın aynı devlet aklıyla başkalarına ihale edilişine seyirci kaldı.CHP politikalarını çağrıştıran bu çizgi sonraları AK partiye siyaset alanımızı hediye ederken,sahipsiz kalan kadrolarının devşirilmesi,etkisizleştirilmesine de seyirci kaldı.Dinamizm , insiyatif Fethullah kadrolarının eline geçti,AK parti ve devlet içinde engelsiz kritik noktaları ele geçirdiler.
     AK parti iktidarının ilk döneminde CHP ve eski vesayetçi yapının tasfiyeye uğradığını farkeden bir kanadı tarafından sıkıştırılması,emuhtıra dönemi,yeni kadronun,devletin kritik noktalarında konuşlandırılmasında ve Erdoğanın iktidarken toplumsal muhalefetin rüzgarını arkasına almasına yardım etti.Bütün çevrelerin,medyanın ancak %35 le barajlarla, iktidara taşıdığı yapı,bu
dönemde %48 lere ulaştı. MHP'nin yazıya girerken bahsettiğimiz oy dışındaki gücü hiçler mertebesinde bir etkisizliğe bürünürken,bize %10 luk oy oranı ile zayıf etkisiz bir konumda, muhalefet cephesinde artçılık yapmak düştü.Fethullah kadroları yeni yapının motoru pozisyonuna yükseltildi.ABD-AB hattının tavşana kaç tazıya tut politikaları ,eğer istenen tavizlerin zirve yapmasının verdiği rahatsızlıkla kimi çevreler hala ayıkmamış olsa veya Erdoğan kuşatılmışlığını gördüğünde tümüyle teslim olmayı seçse ,istenen neticeleri tümüyle almış olacaktı.Bereket Erdoğan akıllı,ince hesap yapmayı bilen bir siyaset adamı olmasını bildiği kadar,kasımpaşalılık özelliklerini yitirmemenin nimetlerinin de farkında.
       Erdoğan'nın fethullahla yollarını ayırmaya,AB çıpasını terke karar verip uygulamaya geçtiğinde,Batı Erdoğan'nın tasfiyesi için düğmeye bastığında bile 17-25 Aralık'ta,ardından yerel seçimlerde, 7 Haziran genel seçimlerinde kullandığımız dil,üslüp,seçim stratejisi fethullah organizasyonunun oluşturduğu argümanların,ülkücülere tercümesi niteliğinde muhalif cephenin ortak dilinin versiyonundan ibaretti,özetle direnen Erdoğanın tasfiyesine yönelikti.Bu tasfiyenin gerçekleşmesi ihtimali üzerine siyaset kurduk. Erdoğanın 3 Kasımda tekrar % 48 leri bulduğunu düşünürsek zarar mı verdik,Erdoğan'a katkı mı sağladık? siz karar verin..
      3 Kasımdan Erdoğanı'ın net bir galibiyetle çıkması sonrası ve Erdoğanın daha önce temmuz ayında yerlilik ve millilik üzerine yaptığı konuşmayı,devlet politikası olarak açıklaması,ABD- AB hatının güçleri ile devlet içinde açık bir hesaplaşmaya girişmesi, devlet aklının da değişimin işaretiydi.Bu dönemde bizde değiştik olması gereken ittifakın ilk adımları atıldı.15 TEMMUZ safımızı netleştirdi, Cumhur ittifakının beşiği oldu.MHP'de Bahçeli siyasetlerinin de dönüm noktası oldu diyebiliriz.Değişmeyen şeyse uyumdu..
    (Bu meselenin günün siyasetinden bağımsız olarak,Ülkücü hareket, MHP ve ülkemiz için,getirileri ve maliyetinin ciddi olarak tartışılmasını gerektirecek önemde olduğunu düşünüyorum.Neye,niçin, nereye kadar uyum ? )
    Buraya kadar ''devlet aklı'' dediğimiz şeyin AB'ne girişe koşullanmış politikalardan,milli dinamiklere yönelme,harekete geçirme,kendi jeopolitiğinin, tarih ve misyonunun emrettiği politikalara doğru evrilişinden, bunun tabii sonucu olarak milletin ana gövdesini oluşturan milliyetçi-muhafazakar çoğunluğa yaslanarak güç biriktirme gayretinde olduğundan bahsettik.
      Gerçekten mevcut Türkiye ve dünya koşullarındaki değişim ve açmazlar Türkiye'nin stratejilerini değiştirip kendi göbeğini kesme noktasına gelmesini sağlamış,siyasi sistem değişikliği dahil,siyasi zihniyette köklü değişimleri tetiklemiştir.Zorlamalara karşı geliştirilen refleksler bünyesinde bu refleksleri barındıran siyasi yapıları ön plana çıkararak,Erdoğan ve Bahçeli'yi bu siyasetlerin taşıyıcısı konumunda ittifaka zorlamıştır.
    İlginç olan gelişme Bahçeli ile uzunca bir zaman yol yürümüş ve Bahçeli politikalarına itiraz getirmek şöyle dursun,Bahçeli sayesinde MHP'de tutunabilmiş,MHP içinde muhalif bir kimlik taşımayan kimilerinin AK parti ve fetönün yollarının ayrılması,MHP'nin kendi geleneksel çizgisine dönme eğilimleriyle birlikte aniden muhalif cephenin yılmaz savaşçılarına dönüşmeleridir.Ülkücülükleri dillerindeki söylemden ibaret kalmış,siyaset esnafına dönüşmüş tufeyli takımının bu rüzgara hangi mavi boncuk beklentileri ile kapılmış olduklarını anlamak hiç de zor değil.Zaten hepsi adına toptan pazarlık yapan bir takım güç odaklarının davulunu çalmak dışında bir özellik ve etkileride yok.Dün Bahçeli'ye övgü düzmekte buldukları ikbal beklentilerini,bugün hakaretler yağdırmakta,MHP'yi aşağılayıcı yaftalarla suçlamakta arama pespayeliğini sergilemekteler.
     Üzücü olan Bahçeli MHP'sinin politikalarına anlam vermekte zorlanan,ülkücü hassasiyetlerle muhalif olan bir takım kanaat önderi arkadaşlarımızın savruldukları anlamsızlıktır.Erdoğan düşmanlığını bazı ülkücülere bile ideolojik argümanmış gibi yutturmayı becerebilen aklın,birilerinde bu yutturmacayı hangi siyasal ,ekonomik rüşvet veya hangi nefsi hırs ve arzuları kamçılayarak becerebildiğini anlamak mümkün. Bu tesirlerin dışında kaldığını düşündüğümüz bazı arkadaşlarda bu aklın nasıl galebe çalabildiğini anlamak benim idrak sınırlarımın ötesinde bir marifet.
     Hasılı,önceleri MHP den kopmayı akıllarından geçirmeyenleri,sağ bir kitle partisinde iktidar kovalamaya,proje tutmayınca da yeni yapı içinde etkili kılınmamalarına rağmen,Ülkücü bir parti yarattık hayalleriyle, CHP,FETÖ,HDP,DHKP-C çizgisinin ana eksenini oluşturduğu bir muhalefet çizgisinin ortaklığından Türkiye'ye çıkış ummanın,aramanın yılmaz müdafii kılan fikri ve siyasi aydınlanmanın mahiyetini anlamak ,ayık kafa ile zor iş.
     Şeytanlaştırılan Erdoğan imajının bütün bunlara yettiği,bütün birikimlerini çöpe çevirip,gözlerini körleştirdiğini düşünmek birikimlerini hafife almak olacak,kullanılmayı yediremeyip birşeyleri zorlama,başarma arzusu,haklı çıkma gayretlerine yorsak,olan biteni kavrama,siyaseti ve dünyayı okuma yeteneklerinin dumura uğradığı,temel prensiplerine ters düşecek bir aymazlık içinde savrulduklarını söylemek zorundayız.
    Cumhur ittifakı hangi mecburiyetlerin dayatması , hangi şartların zorlaması ile kurulmuş olursa olsun,yöneldiği hedefler,dayandığı kesim ve ilkeler doğrudur.Yöntemlerle ilgili,yetersizliklerle ilgili,fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için gerekli kadro seçimlerinden,bilgi birikimine,liyakat meselelerine, herşeyi tartışılabilinir,teklifler yapılıp eleştiriler dile getirilebilir,daha iyi yapma iddiası ile muhalefet edilebilir ama ne idiğü belirsizlerle birlikte karşısına geçip saf tutulamaz.
     Cumhur ittifakının mevcut durumu ve sürdürülebilirliği üzerine daha çok da MHP ve ülkücüler açısından barındırdığı imkanlar üzerine bazı düşünceleri paylaşmak istiyorum.
      Bugün Cumhur ittifakının motor gücünü Erdoğan liderliğinde yürütmenin imkanlarıyla donanmış bir çekirdek kadro yapmakta. Bahçeli ile temel konularda anlaşarak uygulamaya koyulan siyasetlerin ,siyasetin hedef koyması,bürokrasi ve devlet kurumlarından gelen katkılarla oluştuğu,temel prensiplerde uyum olduğu söylenilebilir.Bu politikaları halka taşıma,benimsetme ve desteğini sağlama işinin,Erdoğan'nın karizması,halkla olan güçlü iletişiminin üzerinden yürüdüğü açık.Bahçeli'nin MHP tabanındaki ''devlet adamı'' imajının da Erdoğan'a güveni desteklediği bir gerçek.
     Ancak iki partinin kadrolarının da yirmi yıllık çalkantılı dönemde oluşan erozyonun, yıpranmanın yaşanan yol ayrımlarının etkisiyle hayli yorgun ve etkisiz bir görüntü çizdiği görülmekte.Buna ek olarak AK partinin iktidar aşınması,heyacanının kaybetme,iktidar nimetleri
ile oyalanma gibi handikapları da mevcut.MHP'de ise teşkilatta dar kadrocu bir zihniyetin hakim olmasının yapıda ciddi tahribatlara sebep olduğu bir gerçek.
     Partilerin mevcut durumlarının taşınılan misyonun müesseseler,üniversite,aydınlar,kanaat önderlerİ, sivil toplum örgütleri,gençlik yapılanmaları düzeyinde benimsenmesi ,katkılarının sağlanması için köprüler oluşturulması gibi hayati konularda boşluk yaşanmasına sebeb olduğu gibi, misyonun yarına taşınmasında güvenilir kadroların oluşturulması için,köprü olma işlevini de yerine getirememektedir..
     Bilhassa MHP açısından ideolojisi ve söylemlerinin ,dünya da ve bölgemizdeki gelişmelerle toplumda güçlü bir karşılığının oluştuğu bir dönem yaşıyoruz. ABD'nin bölgedeki hamleleriyle bu karşılığın daha da güçleneceği kabul edilirse,milleti ile bütünleşmiş bir devlet,milli politikalardan, milletin dinamizminden güç devşiren bir devlet yapısının daha büyük bir ihtiyaç haline geleceği görülmekte,bu durum MHP ve ülkücülere büyük bir sorumluluk yüklemektedir.Mevcut zemin MHP'nin ,Cumhur ittifakının misyonunu üstlenmek,taşıdığı bayrağın liderliğini devralmak ve yükseltmek adına değerlendirmesi,güven veren ,yarınları karşılamaya hazır bir yapıyı oluşturmak
gayretine girmesi, Ülkücüleri bu heyacan etrafında bütünleştirerek ''milli merkez'' olma iddia ve çalışmalarını ortaya koymasını gerektirmektedir.
    Bunun için yapılması gerekenler faslı apayrı bir konu ,ama mevcut durumda önce bu konuda Bahçelinin açık bir irade ortaya koymasının ''gerek şart'' olduğunu söyleyebiliriz.Bu iradenin Erdoğan sonrasına hazırlanmakla ilgili olacağıda açıktır.
      Bir hareketin hem ideolojik misyon taşıması,hemde kendi özünü kaybetmeden kitle partisi olma özelliklerine bürünmesi imkansız değilse bile zor bir iş.Ciddi planlamanın,oturmuş sağlam bir kadro ve teşkilat yapısının,iyi tanımlanmış hedefler ve görevler,yetki ve sorumluluk paylaşımında denge sağlam ,sürekli netice alıcı bir istişare makanizması,liyakat ve yeteneği öne çıkaran bir kademelendirme v.b konuları çözmek kilit önemde. Ama herşeyden önce MHP siyaseti sadece bir kariyer,ikbal vasıtası,iktidarı imkan kapısı olarak gören siyaset esnafını bünyesinden temizlemek ve bu zihniyete kapılarını kapamak zorunda.
     İnsan unsurunun siyasette en önemli güç ve zaaf olduğunu yaşananlar hep göstermekte.Milli kültür,tarih ve islami,ahlaki değerlere hakimiyet ve bağlılık,yoğun fikri ve entellektüel enerjiden beslenme yollarının açık olduğu,organize edildiği, idealizmi,sağlam ahlakı,yetenek ve kabiliyeti,bilgiyi,organizasyon becerisini, önemlisi samimi bir iletişim ve işbirliğini öne çıkaracak bir yapılanmaya,yapılacak işle münasip bir kadro ve teşkilat ortamı oluşturma gayretine girmemiz gerekiyor.
     Ülkücülerin birliği ,bütünlüğünü bozan şey ,ortaya görünür net bir hedef koyamamak,koymamak olmuştur.Hedef ve mücadele bu hareketin can suyudur ve yapıdaki,adalet, güven ortamı ve samimiyetse diğer olmazsa olmazı .Cumhur ittifakının temsil ettiği tabanın ve hedeflerin Erdoğan sonrası, ancak MHP'nin boşluğu dolduracak böyle bir yapılanmayı sağlaması ile ülke kaderinde etkinliğini arttırarak
sürdürebileceğini,hedeflerini gerçekleştirebileceğini düşünüyorum. MHP,Ülkücü hareket ve ülke için çıkış olacak; 2023 hamle, 2028 tek başına iktidar için planlarını yapmalı,hareketi bütünleştirmeli,seferberlik ilan etmelidir..
    Baki selamlar...