Türkiye 1950 seçimleriyle birlikte ''tek parti diktatörlüğü''ne son vererek, çok partili siyasal hayata adım attı. Siyaset ilk defa halkın sesine, özlemlerine, beklentilerine kulak vermek zorunda kaldı. Tek parti döneminde oluşan tepeden inmeci, halkı toplumu küçümseyen zihniyetin temsilcileri bundan hiçbir zaman hoşlanmadı. Sivil-Asker bürokrasi, batıcı elitist aydın-okumuş takımının devletin mutlak sahibi, hakimiyken, birtakım baldırı çıplakların, devlet hayatında söz
sahibi olmaları, devletin her türlü imkanının ve gücünün tahsisli sahipleri için her zaman katlanılması güç bir hadsizlik olarak algılandı.
Dünyanın hegomon güçleri, hakim yapıları ile iç içe ekonomik, siyasi, toplumsal alanlarda güç biriktirmiş bu odaklar, iddialarının aksine geçmişte ve bugün Türkiye'de demokrasinin yerleşmesi ve işleyişinin önündeki en büyük engeli oluşturmuştur. Çok partili hayata geçişten hemen sonra halktan yönetme yetkisini hiçbir zaman alamayacaklarının farkına varan bu güçler, her on yılda bir darbe ile rejimin ayarını, güçlerini muhafaza edebilecekleri şekilde güncellerken, siyasetin alanını ve gücünü daraltma ve siyaset dışı güçlerin ülkeye yön vermesi mekanizmalarını adım adım geliştirerek, hakimiyetlerini bir biçimde sürdürmüşlerdir.
Parlementer sistem, dünyada eşi benzerine az rastlanır biçimde, millet iradesini sulandırıp,boşa çıkarma mekanizması haline getirilmiş, parlamento milli iradenin tezahür ettiği değil, hadım edildiği yer olma özelliği kazanmıştır. Tabii senatörlük gibi garabet uygulamalardan tutunda, hukuken ve siyaseten sorumsuz Cumhurbaşkanına yürütmenin gücünün, kritik her noktasında yetki sağlayan düzenlemelere kadar, Cumhurbaşkanlığı müessesesinin, hakim çevrelere tahsisine kadar, Sivil-Asker bürokrasi, aydın, sermaye çevrelerinin vesayet düzeni, Türkiye'ye demokratik parlamenter sistem diye yutturulmuştur.
Anayasal kurumlar, üniversiteler, medya, TÜSİAD gibi sermaye teşkilatlanmaları siyaseti şekillendirmek, yönlendirmek ve gücünü devşirmek için Sivil-Asker bürokrasiyi tepe tepe kullanmış, halktan oy alma potansiyeli olan sağ kitle partilerini, devletin dağıttığı ekonomik imkanın sadakası nisbetindeki bir paya talip çetelere dönüştürmüşlerdir. Halktan kopartılan siyaset küçük parçalara bölünüp, bir üfürükle yıkılacak hükümetlerle oyuncağa dönüştürülmüş
adeta sistemin rezilliğini üstlenme karşılığı, menfaat elde eden, kötü adam rolüne soyundurulmuştur. Vesayet düzeninin kurallarını kabullenmeyen siyasi yapılar, şu ve bu biçimde rejim dışı olmakla, halk düşmanı olmakla suçlanmış, elden geldiğince tecrit edilip, dışlanılmış, ezilmiş,oyunun dışına atılmaya çalışılmış, darbelerle, mahkemelerle muhatap edilmiştir.
1950'de çok partili hayata geçişin sembolü Menderes ve arkadaşlarının idamı ile zaten işin daha başlangıcında gözdağı ve ibret sağ siyaseti şekillendirmede önemli bir mekanizma olarak kullanılmaya başlamış, hizadan çıkanın akıbeti, her zaman hatırlatılmıştır( Bugünlerde embesil bir eski askerin 27 Mayıs göndermesini bu bakışla okumak gerek).
On yılda bir milletin sesini kısan,organizasyonlarını dağıtan,kazanılmış haklarını bir biçimde güç odaklarına devretmesini sağlayan askeri darbeler halka, gerekli,mazur,kaçınılmaz bir gerçekmiş gibi takdim edilirken,darbecilerin hiçbiri diktatör, faşist,tek adam,halk düşmanı rütbesini kazanmayı başaramadı. Üniversitelerimiz, aydınlarımız,meslek kuruluşlarımız,medyamız bu sıfatları halkın oyunu ,güvenini tek başına iktidar kazanacak seviyede sağlayan ,sivil -seçilmiş siyasetçilere,sisteme güçlü muhalefet eden liderlere layık gördü.Ne diktatörlükleri kaldı,ne faşistlikleri ne de halk düşmanlıkları.Menderes'ten ,Özal'a, Türkeş'ten
Erdoğan'a şablon suçlamalar, esasen milletin güç odakları karşısında nisbi bile olsa güçlenmesine bu çevrelerin verdiği tepkinin ifadesi olmuştur.
27 Mayıs'ı bayram yapanlar,12 Mart,12 Eylül,28 Şubat,15Temmuz'u bayram yapmayı beceremese de ,zalimi mazlum,mazlumu zalim ilan etme çabalarını halen sürdürmekte... Cumhuriyet tarihi iç siyaset bakımından bu yapılar ile millet arasında süren kesintisiz bir mücadele, tarihidir,desek yeri.Millet bu mücadelede mesafe kaydettikçe bu yapılarında batılı beşinci kolların daha fazla oyuncağı haline geldiklerini gözlemlemek mümkün.. Batı beşinci kolları bir yandan bu yapıları,bir yandan da şu veya bu sebeple kendini dışlanmış hisseden toplumsal birimleri,azınlık ırkçılığı,mezhepçilik,sol yapılanmalar v.b gibi birimleri örgütleyip siyaset ve toplumsal hayatta ,devlete karşı kilit yapılar oluşturma ve bunları ana güçleri ile senkronize biçimde kullanma makanizmaları geliştirdi.Terörizm,toplumsal kargaşa çıkarma,tehdit makanizmalarını adeta siyasetin parçası haline soktu. Bugün bu çerçeveden baktığımızda elit çocuklarını kamu ve özel sektörde ön plana çıkarma,prestijli bir konuma yükseltme ,milletin zeki ve yetenekli çocuklarını da bu çevreler için devşirme rolü verilmiş ,bogaziçi, orta doğu gibi okulların hesapta sol ideolojinin ,gerçekte bölücülüğün,devlet düşmanlığının merkezleri gibi kullanılmaya çalışıldığını görüyoruz.Dini,milli,tarihi değerlerle ,milli kimlikle kavgalı,devleti ile problemli,hatta düşman bir elit yetiştirme faaliyetinin, belli çevrelerce kurtarılmış bölge,dokunulmaz alan ilan edilen bu
okullarda,sol ideoloji maskesi altında yapılması bile, Türkiye de yerleşik sistemin traji-komik çarpıklığının göstergelerindendir.
Burada bir parentez açalım ve 70'li yıllarda beklenmedik biçimde Türkiye'nin ''bozuk düzeni''ne
muhalefeti milli ,yerli bir tabana oturtarak,milleti üniversite gençliğinden başlayarak örgütleyen ''ülkücü hareketin'' bu ülkede ,siyasi ve toplumsal olarak ne kadar kilit bir rol oynadığını ,en başta ülkücülere ! bir daha hatırlatalım.
Ülkücü hareketin 70'li yıllarda, bütün üniversitelerden başlayarak gençliğin topyekün devşirilip, milli kültürüne,tarihine,dinine, düşman bir mankurt ordusuna dönüştürülmesinin,devleti,halkı ile problemli bir güruh haline getirilmesinin önüne set çekmesi,bunu tersine çevirerek halkının yanında ,tarihine,kültürüne,dinine,devletine bağlı ve ona öncü olma idealini yerleştirmesi ve bu ideali siyasete taşıması ,mevcut sisteme muhalefeti böyle bir muhteva ile üstlenmesi ,sistemin kıyımına,düşmanlığına maruz kalsada ,yakaladığı sinerji ile bunu başarması ,hiç affedilmedi..!
Bozuk zeminin ,bozuk bir toplumsal,siyasi muhalefetle ebediyen kendilerine hizmetini sağlamasını planlayanlar, bu ülkeyi istediği gibi dizayn edebileceğini sananlar,milli bir düşüncenin hızla toplumda karşılık bulması ile ve olağan üstü bir enerji ile engellenemez bir gücü ortaya koymasıyla,Türkiye de ki bütün hesaplarını alt üst eden bir kırılma yaşadılar. Seksen sonrası dipten gelen bu dalgayı kırma gereği sistemin milliyetçi-muhafazakar ,hatta ülkücü kökenli kadrolara mecburi kapı aralayışına yol açtı.Ülkücü ve benzer kadrolardan devşirmelerle iş görme mecburiyeti, bir takım şark kurnazlarına ,kontrollerindeki bir takım dini
akımlara yol verme gibi yeni yollara başvursalarda ,hareketi yolundan,yönünden saptırma çalışmalarında bir takım mesafeler katetselerde,ülkücü hareket bürokrasi ve siyasette elit tekellerinin kırılmasını başarmış,Türkiye de siyasette kullanılan kavramlardan ,toplumsal kesimlere kadar çok şeyin yeniden şekillenmesini sağlayabilmiştir.
Okumuşta olsa baldırı çıplak muamelesi gören anodolu insanının sosyal,siyasal,kamusal alanda adam yerine konmasını,prestijli mevkilere gelebilmesini sağlayan harekete, bu hakkı tepe tepe kullananlarca da hiç teslim edilmemiştir. Bugün hemen her çevre tarafından küçümsenerek,sağ-sol mücadelesi yaftası ile hafife alınarak,unutturulmaya ,önemsizleştirilmeye çalışılan,iki taraf vuruşturulup darbeye zemin hazırlandığı gibi harcıalem değerlendirmelerle toplumsal - siyasal kökleri ,işlevi, neticeleri üzerinde hiç durulmadan, sözümona yapılan analizlerin hiçbiri,70li yıların ülkücü hareketinin bu millette bıraktığı derin izi ve hala yaşayan ciddi ideolojik ,siyasi,sosyal mirası izah edemez..
Bu mirasın üstüne gecekondu kuranlardan da ,emek harcamayıp parsa toplayanlardan da bunu beklemek yersiz. Zarar görenden de hareketin hakkının teslimini bekleyecek halimiz yok. Ne yazık ki ülkücülerde bu mirasa hak ettiği biçimde sahip çıkmayı becerememiş,hatta tüm gerçekliği ile yorumlamayı başaramamış,onu Türk siyasetine ve toplumsal hayatına ilkeli biçimde taşıyacak,işlevini doğru ve organize biçimde gerçekleştirecek organizasyonları,siyasi yapılanmayı
gerçekleştirememişlerdir. Ancak hala Türkiye siyasetinde köklü değişikliklerin biçimlenmesi,ülkücülerin çizdiği temel prensipler,fikri,siyasi ,ideolojik birikimlerinin çizdiği çerçeve ve onlardan miras bir kararlılık ve irade ile mümkün olabilmektedir.
Hareketin 70'li yıllarda kullandığı temel slogan ve iddiaların bugün hala Türkiyenin ihtiyaçlarının karşılığı oluşu tesadüfi değildir.Bunlardan önemli biri ''Milli devlet,güçlü iktidar '' idi,''Başkanlık sistemi'' ile sağlanmaya çalışılan da budur.
Bugün hala devletin millileşme çabalarına ,iktidarın güçlü olmasına hangi çevrelerin ,nasıl tepki verdiğine bakarak,tasfiye edilen parlementer sistemin kimlere hangi alanları açtığı,eskiye özlemin bu çevrelerde neden bu kadar zirve yaptığını anlamak mümkün.Siyasetin labirentlerinde kaybolmuş bizim kökenli bazılarının da ,ister güncel teferruatla ilgili çekincelerinden, isterse tanımlayamadığımız bir takım saiklerle bu koroya bir ucundan katılıyor olmalarının fazlaca bir anlamı yoktur. Sistemin hataları ,boşlukları,oturmamış teamüllerinden,yerleşik devlet kurumları ile senkronize çalışmayışından,işleyişteki aksaklıklardan hatta kimilerince amacını aşan kullanımlardan bahsedilebilir ,eleştirilip,tenkit edilebilir.Ancak siyasetimize ve devletin işleyişine kazandırdığı temel faydaların yanında, bu giderilebilir sakıncaların pek de bir hükmü yoktur.
Muhalefetin kimin organize ettiği,kimlerin katıldığı belirsiz toplantılarla üzerinde uzlaştığı söylenilen ''güçlendirilmiş parlementer sistem'' projesi ne öyle sokak diliyle ;diktatörlük,tek adam yönetimi ne de içerisinde özgürlük,hukukun üstünlüğü,insan hakları ,demokrasi kelimeleri geçen laf salataları ile pazarlanıp,Nasrettin hocanın eski eşeğini boyayıp ,yeni diye yutturma hikayesindeki gibi,millete kakalanabilecek basitlikte bir proje değildir. Milletin toplumsal ,siyasal hafızasıyla alay eder mahiyette bir proje etrafında bir araya gelenler milletten ağır bir tokat yer. Mevcutta başkanı halk seçiyor,seçtiğinin yetkisi ,gücü var ,zamanı var ve tahahütlerini yerine getirme sorumluluğunda. Beğenmezse bir daha seçmez,bu kadar basit.Milletin iradesinin ,doksan sene olduğu gibi ,kim vurduya gitmesi mümkün değil.Kim vurursa bedelini öder..!
Halkın yürütmeyi doğrudan seçme hakkından vazgeçip,herbiri kurumsallıktan uzak,kakofoninin yaşandığı siyasi partilere,pekde tanıyıp,güvenmediği siyaset esnafına devredeceğini düşünmek bu halkı tanımamaktır. Parlementer sistemdeki işleyişin siyaset ve siyasetçiyi ne hallere soktuğunu gördük.Siyaseti yürütmenin imkanları için yapan ,güç biriktirme malzemesi gören eski bürokrat,iş adamı ,şark kurnazı karışımı bir gürüh siyaseti işgal etti ,yürütme ile yürütmek! adına.Bu balçığa girmeyenler yürütmenin yanından geçemiyor,girenlerde ister istemez o kurallara göre oynuyordu. Bitmez tükenmez koalisyonlar,siyasi krizler,parçalanmış meclis aritmetikleri,milletvekili transferleriyle kurulan hükümetler,her parti ve siyasetçiye kısa dönemli de olsa bir iktidar şansının getireceği nimet beklentileri, yönetemeyen bir ucube sistem,gücün ve ülke yönetiminin sivil-asker bürokrasi üzerinden organize siyaset dışı güçlere transfer edildiği,batı hegomonyasının
gölgesinde bir devlet yönetiminin siyasi ve toplumsal hayatın, Türkiye'ye ölmeyecek kadar bir hayat hakkı verdiğini, yaşayarak gördü bu millet.
Mevcut sistemin yarattığı en önemli sonuçlardan biri bu milletin soyu,dili ,dini,tarihi ,kültürü ile problemli azınlık ırkçısı,batıcı elitist,beyazlaşmış Türk veya Kürt kökenli bir profilin hiçbir zaman yürütmenin başına geçip ülke kaderi ile oynayamayacak olmasıdır. İçimizdeki İrlandalılar bunun farkındadır ve esas hazımsızlık ve çaresizliklerinin kaynaklandığı konu da budur.Erdoğan karşısında bu profile uygun bir devşirme , kullanışlı bir truva atı arayışları,beş benzemezi onun altında bir araya getirme zorluklarından gına getirdikleri bir gerçek.Sistem oturdukça imkansız hale gelecektir.Kılıçdaroğlu veya benzer profillerin,cumhurbaşkanlığının eski tahsisli sahiplerinin( general,bürokrat eskilerinin) aday olmayı hayal bile edememeleri ,ebediyen ülke yönetiminde birinci elden söz sahibi olamama korkusunu iyice tetiklemiş görünüyor..
Durum bu olunca içimizde ve dışımızdaki tüm İrlandalıların ortak tesbiti de şudur; Acilen parlementer sisteme dönüş,batının Türkiye de ki hayati çıkarları için şartttır....Batı demokrasilerinin! ,darbe dahil,içkarışıklık,ekonomik saldırı ,psikolojik harp ne imkanı varsa tez zamanda bu amaca tahsis edilmelidir. Türkiye yeniden demokrasi eksenine çekilmelidir!
Bize de elle gelen düğün bayram,hodri meydan demek düşüyor....
Baki selamlar..