Bu yazımızda ve belki bir kaç yazımızda sizleri yormadan, sanayi devriminin çalışma hayatında oluşturduğu evrimle kalıp değiştiren; 19. yüzyıldan itibaren Batı sömürgeciliğinin modern aracı olan ve günümüzde sanal argümanlarla ayakta durmaya çalışan, iflasın arefesinde ki, KAPİTALİZM üzerinde kısaca durmak ve Türk milliyetçilerinin hiç, ama hiç üzerinde durmadığı ve fakat başından itibaren yaşadığı, 12 Eylül ile zirveye çıkarak devam eden saldırıların sebeplerinin başında gördüğüm; milliyetçi hareketin iktisadi sistemini dikkatlere sunmak niyetindeyim.
Düşünce adamı Cemil Meriç, “Medeniyetler kendi ideolojileri üzerinde yükselir.” “İzimler, idrakimize giydirilen deli gömlekleridir” tespitinde bulunuyor...
Cemil Meriç'in bu tespitleri, son üç yüzyılımızın sebep ve sonuçlarının özetidir.
Medeniyetimizin üç asırdır tedricen hararetini kaybetmesiyle, doğudan batıya, kuzeyden güneye, medeniyet coğrafyamız büyük acılara sahne oldu. Medeniyetimizin hararetini kaybetmesine muhtelif sebepler sıralanabilir, ancak en önemli sebebi; Batı da buhar enerjisinin üretimde kullanılmasına bağlı olarak gelişen makinalaşmanın, sanayinin sagladığı yeniliklere uzak kalması; buhar makinasının deniz ulaşımında kullanılmasıyla da Batının, uzak hammadde kaynaklarına kolay ulaşma imkanına kavuşması; ticaret yollarının değişmesi, ipek yolunun önemini kaybetmesi gibi teknik ve ekonomik sebeplerin doğurduğu güç kaybı, medeniyetin itici gücü olan morel kaybını, hakimiyet ideolojisine güvenin sarsılmasını, birbirini doğuran sebepler zincirinin başına koymak gerekir.
Moral kaybı, hakimiyet ideolojisine güvenin sarsılması, asırlara hükmeden medeniyetimizin ateşini söndürmüş, üç asırdır kendi ideolojisinden kopuş, izmler peşinde idrak kaybının, akıl tutulmasının yolunu açmıştır.
Yiğit düştüğü yerden kalkar...
Türk milliyetçileri olarak tarih önündeki, sorumluluğumuz; soğumuş medeniyetimizi ayağa kaldıracak, hararetini yükseltecek Türk milliyetçiliği ideolojisine samimiyet ve sadakatle sarılmak; iktisadi sistemini toplum hayatına taşımaktır.
Sözün özü; ‘Nerede kalmıştık’ diyebilmektir.
Soğumuş bir medeniyetin küllerini üfleyip harlamak için nerede kalmıştık demek bir fazilettir. Bu fazileti gösterenler öncelikle hamaseti bir yana koyup ilme aşina olmak, yüksek ahlak, iman, akıl birlikteliğini sağlamak, aşkla, vecdele bütün değerlerini kucaklamak zorundadır. Aksi halde üzerine yağan şimşekler durdurulamaz.
Ülkücülerin kısacık, ama asra bedel mücadelesinde yaşananlar bunun örneği.
Bütün izmlerin hedefinde, bütün şimşeklerin odağında olması bundandır.
Yakın tarihte bir kısmına maruz kaldığı, bir kısmını zamanların belleği tarih sayfalarının kaydettiği şiddet ve vahşet bundandır.
Her zaman dünya Türklüğünün, İslam dünyasının sığınağı olan vatanımıza, milletimize kurulan tuzaklar bundandır.
Bugün, dünyayı iyi okuyup, doğru anlayıp, oyunu oynaşı bırakma; ‘Nerde kalmıştık’ deme zamanıdır. Yarın çok geç çünkü...
İdeolojiler, insana ve topluma ahenkli bir hayat vaadi ile ortaya çıkan siyasi, içtimai, iktisadi düşünce demetleridir. ideolojilerin vaatlerini gerçekleştireceği varsayımı ile; Mülkiyet, ahlak, hukuk, siyaset, içtimai, iktisadi, sosyolojik alanlarda muhtelif paradigmalar benimser. Hayatiyetlerini, işleyişlerini benimsedikleri paradigmalar üzerine inşa etmeye çalışırlar.
Başarıları, başarısızlıkları, benimsedikleri paradigmaların insan fıtratına uygunluğu, hayata geçirilebilirliği, toplumların medeniyet ve kültür değerleri ile örtüşmesi ile doğru orantılıdır. İdeolojilerin fert ve toplumun maddi hayatını, dolaylı olarak manevi hayatını ilgilendiren ve birbirini tamamlayan, birbirini besleyen iktisadi, içtimai, siyasi görüşleri, büyük tartışmalara sebep olmuş, tartışmaların merkezini hep MÜLKİYET HAKKI oluşturmuştur.
1650’li yıllarda buhar enerjisinin üretimde kullanılmaya başlanması, sanayi devrimini doğurmasına bağlı olarak ÜRETİM ARAÇLARI büyük değişime uğradı. Bu durum ÜRETİM ARAÇLARININ MÜLKİYETİ konusunda yeni yaklaşımları ortaya çıkarttı.
Bu yaklaşımlar ÜRETİM ARAÇLARININ MÜLKİYETİ konusunu ideolojilerin iktisadi alanda temel paradigma olarak benimsenmesi olarak şekillendi.
Kapitalist sistem, ferdi hürriyet yaklaşımı ile ÜRETİM ARAÇLARININ MÜLKİYETİNi, teşebbüs imkan ve kabiliyetine, kapitale sahip ferdi esas almış; istisnalarını, hukukunu TEŞEBBÜS HÜRRİYETİ kavramına istinat ederek, kapital sahibi ferdin hukukunu üstün hale getirmiş; Batı medeniyeti gibi maddeci, bencil, ferdiyetçi bir sistem olarak değerlendirilse de, kapitalin belirli bir zümrenin elinde toplanması, sınıfçı kalıba oturtmuştur.
Bugüne kadar toplumların, devletlerin hayatına giren Faşizm, Marksizm, kapitalizm gibi ideolojik sistemlerin, vadettikleri huzurlu bir toplum, ahenkli bir hayat yaratamamalarının temelinde MÜLKİYET HAKKI ve ÜRETİM ARAÇLARININ MÜLKİYETİ konularında tercihlerinin yanlışlığı vardır.
Mülkiyet, insanlığın medeniyetiyle yaşıt, hürriyetin teminatı ve adaletin mihenk taşı; toplumun ahengini sağlayan, kalkınmasında üretimin ekonomik olduğu kadar psikolojik motoru; iktisat, sosyoloji, psikoloji, hukuk, siyaset başta olmak üzere ilim alanlarının ilgi alanında yer alan medeniyetin keşfettiği temel bir kurumdur.
Mülkiyet hakkı da, salt edinme, sahip olduğu emtia, eşya üzerinde tasarruf etme hakkı; eşya, insan ilişkisi değildir. Bireyin ve toplumun vazgeçemeyeceği, devredemeyeceği, devredecek ise ancak bir kısmını rızayla devredebileceği, bütün haklarının kaynağı, politik istikrarın ve refahın üretilmesinde motor olan bir insan hakkıdır. İnsan ve toplum hayatına anlam kazandıran üç temel hak dan bahsetmek gerekirse şu değerlendirme yapılabilir;
Mülkiyet hakkı olmayan veya kısıtlanan insan hür değildir.
Mülkiyet hakkının olmadığı, kısıtlandığı yerde adalet yok demektir. Mülkiyet, hürriyet, adalet kurumları medeniyetlerin omurgasıdır.
Bu sebeptendir ki; iktisadi sistemler, temel prensiplerini ve işleyiş kurallarını, üretim araçlarının mülkiyetine getirdikleri tanım ve yorumlar çerçevesinde oluşturmuştur.
Üretim araçlarının mülkiyeti hakkının fırsat eşitliği prensibinin olmadığı veya sınırlandığı veya şeklen var olan sistemler, sosyal adaleti ortadan kaldıracağı için, toplumları sınıflara ayrılması, dolayısıyla çatışmacı bir toplum doğurması kaçınılmazdır.
Kapitalist sistemin dünyayı getirdiği yeri görmek için merkez üssü ABD, İngiltere'ye bakmak yeterli, yarınını düşünmek ise çıldırtıcı....