3 Kasım 1996 yılında Susurluk’ta şüpheli bir kaza sonucu “siyasetçi -devlet -mafya” üçgeni gündeme bomba gibi düşmüş ve it izi “kurt izine” karışmıştı.
Rahmetli Abdullah Çatlı ülküdaşımız üzerinden Ülkücü Hareketi ve şanlı mazisini hedef alan kirli ve pis bir senaryo sahnelenmişti.
Rahmetli Sinan Ateş’in katli üzerinden de yeni bir Susurluk 2 cepheleşmesi sahnelenmeye çalışılıyor.
Susurluk olayında Rahmetli Alparslan Türkeş sağ idi. 5 ay sonra 4 Nisan 1997’de rahmetli oldu.
Susurluk olayındaki “devlet-mafya-siyaset” denklemi ile Türk milliyetçilerini hedef alan ve ülkücü hareketi psikolojik baskı altına alarak milletin gözünden düşürmek isteyenler çok uğraşmış ve büyük bir medya baskısı da oluşturmuşlardı.
Rahmetli Türkeş sonrası Bahçeli bu sisli Susurluk olayının negatif algısının Ülkücü hareket üzerindeki psikolojik etkisinin hakim olduğu bir dönemde Genel Başkan oldu.
“Ülkücüleri sokaktan uzak tutmak” sözü o günlerde bu negatif algının varlığı sebebi ile Bahçeli’nin söylemek mecburiyetinde kaldığı ve sonrasında da izlenen bir politik tavır olarak bugünlere kadar geldi.
Ama cevabını bekleyen bir soru hala ortada duruyor: Sokaktan çekilen bazı Ülkü Ocaklı (!) gençler emir komuta içinde kendi ülküdaşlarını; mirasını yedikleri davayı istikballeri ve özgürlükleri uğruna omuzlamış yaşlı ağabeylerini, sokaklarda zamanında komünistlerin yaptığı gibi bir kişiye 10-15 kişi demirler ve sopalar ile bazende bıçaklarla, korkaklara benzer ucuz rezillikle dövdüler.
Emir veren, azmettiren güya makamlı maskaralar ise 80 öncesi korkaklıkla bodrumlarda saklanan ve 80 ihtilalinde tutuklanan ve yargılan 23.847 ülkücünün arasında giremeyen kompleksli, koltuklu zevatın ise dövenlerden daha aşağılık durumda kaldıkları notunu öncelikli düşelim ve ikinci cepheye bakalım.
Rahmetli Abdullah Çatlı üzerinden ülkücü harekete dişlerini geçirip medya üzerinden fırtınalar yaratan malum cephe Sinan Ateş'in katli ile yine sahnede.
Susurluk olayında hesaba çekilen devlet-mafya-siyasetçi denkleminde ülkücü mazisi olan tek kişi rahmetli Çatlı idi.
Diğer tarafların ve yargılananların (bakanlar-siyasetçiler) hiç birisi MHP ve Ülkücü Harekete mensup değildiler ve ilgileri yoktu.
Buna rağmen Ülkücü Hareket Susurluk olayı üzerinden çok örselendi.
Rahmetli Sinan Ateş olayında ise daha vahim ve çok kirli bir tuzağın içine düşmüş durumdayız.
Çünkü yine ülkücü (!) kimlikler üzerinden “devlet-mafya-siyasetçi üçgeni” medyanın gündemine adım adım geldi ve oturdu.
Sinan Ateş davasının 4. Gün duruşmasında mahkemeye sunulan bir dilekçenin, Emniyet içinde hazırlık soruşturması evraklarının değiştirildiği iddiasının bizzat ilk yakalama tutanağını yapan polis müd. tarafından araştırılması için mahkemeye sunulması ve rahmetli Sinan Ateş’in eşine ve ailesine cinayetten bir hafta önce söylediği kendisinin öldürüleceği ve kararı verenler ile ilgili duyumlarının mahkeme zabıtlarına geçmesi dehşet ötesi korkunç bir durumdur.
Mağdurların, faillerin, şüphelilerin ve uyuşturucu çetesine mensup sanık ve isimlerin tümü ülkücü hareket ve MHP ile iç içe. Başka bir görüş ve siyasi yapıdan kimse yok Sinan Ateş dosyasında.
Emniyette bir çete istihbarat sağlayarak Sinan Ateşi katledildiği güne kadar takip ediyor ve katline karar verenlere bilgi sızdırıyor.
Emniyette bir çete hazırlık soruşturmasının gerçek evraklarının yerine sahtelerini hazırlayıp koyuyor.
Savcılık soruşturmayı uzatarak delilerin toplanmasında ve müştekilerin iddialarının dikkate alınmasında güven vermeyen bir lakaytlık görüntüsü veriyor.
Azmettirici olarak iddia edilen ve suçlanan siyasetçi ve parti yöneticilerinin isimleri çarşaf çarşaf medyada yazılıp çiziliyor.
Cinayet işleyen uyuşturucu mafya çeteleriyle irtibatlı kriminal tipli kişiler ile siyasi isimler elele kolkola fotoğraf çektirmişler.
İlk Susurluk olayında tek bir ülkücü kimliğin üzerinden koparılan fırtınayı hatırlayın ve şimdi çok yakında mahkeme sonucunda ve sonrasında karşı karşıya kalacağımız kasırganın boyutunu düşünün.
Ülkücü Hareketin ve MHP’nin üzerine zaten Almanya, Fransa, ABD ve AB parlementosunda terör örgütü olduğu iddiası ile soruşturma belgelesi hazırlıkları ile kirli bir tuzak örülmekte.
Sinan Ateş’in katli ile başlayan yargılama süreci ve ortaya dökülen kirli ilişkiler ve pis kokular bu hazırlanan belgelerin delilleri olarak yakında yabancı basında karşımıza çıkarsa hiç şaşırmayalım.
Ülkücü Hareketin tertemiz mazisinin sahibi mensuplarının önünde zor bir gündem ve bu gündemin sonucu çok önemli iki görev ya da sorumluluk var.
MHP ve Ülkücü Hareketi bu tür kirli suçların yargılandığı mahkemeler de zan altına düşüren ve Türklük düşmanlarına bu tuzakları kurma fırsatı veren mevcut kirli ve şüpheli yönetimden kurtulmanın yolunu bulmak ve de Rahmetli Sinan Ateş cinayeti üzerinden MHP ve Ülkücü Hareketi mahkum etmek isteyen mazisi Ülkücü Harekete nefret ve düşmanlıkla geçmiş çevrelere den uzak durarak gerekli cevabı vermek ve gereğini yapmak için uyanık ve duyarlı olmak.
Herkes dikkat etmeli.
Cem Sultan, Çerkez Etem olmakla; şehzade Mustafa ve Kurtkaya olmak arasında sadece ihanetin ve kahramanlığın çok ince nefs çizgisi vardır.
Yetkili makamlarda bulunan, MHP sorumluluğu omuzlarında olanlardan Kürşat olmalarını beklemiyoruz elbette !
Ama yine de Kürşatı ve “Kurtkaya elini çöz” emrini, yönetim dönemlerinde yaptıkları hatalar yüzünden ileri de çakallarla birlikte isimlerinin anılmasını istemeyen Bozkurt’lara, 70’ine merdiven dayamış bir arkadaşları ve ağabeyleri olarak hatırlatmak isterim.
Hakkı Şafak Ses