1945 yılından 1991 yılına kadar 46 yıl süren “Soğuk Savaş” döneminde Sosyalizm, Kapitalizm ve Milliyetçilik ideolojik çatışma alanlarının taraflarıydı.

   1968 yılından sonra “Siyasal İslam” da Türkiye’de “Sağ siyaset” parselinde pasif olarak yer aldı.Fakat duruş olarak “Milliyetçiliğe” net karşı oldular. Sosyalizme ve Kapitalizme ise fikri bir mesafe koymalarına rağmen ilişki ve işbirliği kapısını her zaman açık tuttular.

   1974 yılında CHP-MSP koalisyonu bu açık kapının neticesidir. O koalisyonda İçişleri Bakanlığı yapan Korkut Özal Marksist örgütlerle “bizim arkadaşları  (akıncılar) hedef almayın, biz de sizi ülkücüler ile kavganızda koruyalım” anlaşmasını yapmış ve 1974 yılında Ecevit’le anlaşıp tüm Marksist ve Komünistler ile Bölücü-Kürtçü örgüt üyelerine af çıkarmışlardır.

   Af ile serbest kalan Marksist militanlar çıkan affın sonucunda Üniversitelere geri dönmüşler ve 1974-1980 arası Türkiye’yi kaosa sokan eylemlerin hem ateşleyicisi hem odağı olmuşlardır.1980 İhtilaline giden yolu döşeyen affı, siyasal islam ve sosyalist koalisyonu çıkarmıştır. 1974 yılına kadar Sovyetlerin kontrolündeki Türkiye’deki Komünist faaliyetler 1974- 1980 arası CİA-GLODYANIN taraf olması ile ikiye bölünmüş ve en kanlı eylemleri CİA’nın kontrol ettiği Glodya’ya bağlı Marksist örgütler gerçekleştirmiştir.

Ülkücüler,1968-1980 arasında aynı anda SSCB merkezli komünist hareketlerin ve CIA kontrollü Marksist (!) silahlı çetelerin hedefi olmuştur.

Bir gün delilleri ve arşivde ki kayıtları ile bu konuyu da yazarız inşallah.

   Şimdilik, Dev-Sol Paşa Güven ve MLSPB ( Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği) Şems’i Özkan diyelim, bilenler hatırlasın. SSCB’nin sadık dostu TKP, İGD (İlerici Gençlik Derneği) gibi örgütler

CIA’nın yönettiği Marksist örgütlerin yanında çok insancıl (!) kalır.

   Bu en zor ve kanlı çatışmaların olduğu dönemde fikri değerleri ve siyasi tespit ve öngörüleri itibarı ile yanılmamış, yanlışlanamamış doğruların sahibi olmuş “Ülkücü Hareket”, maalesef bugün siyaseten üç büyük parçaya ayrılmış durumdadır. Ve en acı olan şeyde, mazisi itibarı ile dün yanılmış ve yanlış ideolojilerin peşinden gitmiş “Sol kimlik” markalı CHP ile “Ümmet” iddiası, Arap dünyasının Türk düşmanlığı ile çökmüş “siyasal islamın” temsilcisi AKP arasında bölünmüşlüğümüzdür.Her iki ittifak lideri partinin yükselen “milliyetçilik” kalkanına olan ihtiyaçlarına meşruiyet sağlamak için olan bölünmüşlüğümüz izahı en zor olan halimizdir.

   Galip ve doğru fikri yapı ve geleneğe sahip Ülkücü Hareketin ittifak cepheleri arasındayanlışlanmış, mağlup olmuş ve çökmüş iki ideolojik görüşün temsilcisi konumunda siyasi yelpazede yer alan partilerin liderliği altında bölünmüş olmaları kabul edilebilir ve hele ki ilkeleri arasında “Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik” başlığında bir umdesi olan harekete yakışan bir hal midir?

   Sosyalistler “sınıf” öncelikli, Siyasal Dinciler “ümmet” öncelikli, Liberaller “fert” öncelikli iddia ve fikirlerin sahibi olmuşlar ve bugün yanılmanın ötesinde savunulması zor durumlara düşmüş ve inandırıcılığını kaybetmiş bir hal ve mazinin sahibidirler.

   “Milleti” temel alan ve “Tarih Milletler Mücadelesidir” diyen Ülkücü Hareket haklı çıkmıştır.

   Her türlü haksız, ırkçılık suçlamasına uğramalarına rağmen “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” sözü bugün yaşadığımız dış tehdit ve çatışmalarda doğrulanmış tek gerçek değil midir?

   Bırakın Arap dünyasını, Filistinliler, Türkün Azerbaycan cephesinde ki savaşında neredeler?

   Filistinlilerin işgal altındaki vatan topraklarının savaşı kutsalda, Azerbaycan Türklüğünün Ermeni işgalinde ki topraklarının işgali için verdiği mücadele kutsal değil mi?

KUDÜS ile ŞUŞA, AĞDAM, FUZİLİ ve  KARABAĞ arasında haklı, haksız diye bir işgal farkı mı var?

Nerede demokrasi, eşitlik ve insan hakları demagogu Sosyalist AB ülkeleri ve Partileri, sivil toplum örgütleri?

Dilleri nerelerine kaçtı?

   Bu gerçek karşısında “Ülkücülüğün” bir vesayete yada yanlışlanmış fikirlerin amiral gemisinde oturan partilerin liderliğine niçin ihtiyacı ve mecburiyeti olsun?

   Yanlış, mağlup olmuş inandırıcılığı kalmamış ideoloji ve fikirlerin temsilcisi “Partilerin” liderliğinde, Ülkemizin mevcut tehdit ve tehlikelerden korunabileceğine, galip ve muzaffer ve de haklı bir fikrin sahibi ve temsilcisi olan bir “ülkücü” nasıl inanabilir? Niçin inanmış gözükebilir?

   Ve İYİ PARTİ ile MHP arasında bölünmüş, milliyetçilik ve ülkücülük sıfatından vazgeçmeyen arkadaşlar galip fikrin sahipleri iken, yanlış ve çökmüş fikirlerin siyasi savunuculuğunu el an  yapan partilerin ittifak şemsiyesi altında niçin birbirlerine “ihanete” varan suçlamalarda bulunabilirler?

   Mazisi kirli ve yanlış olanlarla; mazileri doğru ve haklı olan tertemiz bir hareketin mensupları nasıl olurda gelecekte tekrar bir ve beraber olacaklarını unutur ve de birbirlerine siyasi hasım olurlar?

   Ülkücülerin İYİ PARTİ, MHP arasında bölünmüşlüğünde taraftar olan tabanda ki ülkücüler ne kadar samimi ise inanın kavgasını yaptıkları partilerinin yönetim kadroları onların onda biri, yüzde biri kadar samimi ve fedakar değiller ve hiç bir zamanda oylamayacaklardır.

   Siyasete genel başkanların konjonktür gereği ve imaj ihtiyacı (!) dolayısı ile  giren ve  paraşütle vekil, parti yöneticisi olanlar için, ömrü “ülküsünün” çilesi ile geçmiş ve teşkilatlarının her basamağında ve her kademesinde görev almış ülkücülerin, bu “paraşütçü” siyaset esnafı için bir birlerine hasım olmaları kabul edilebilir mi ?

   “ YENİDEN ÜLKÜCÜ HAREKET” ve “TÜRKEŞİN BIRAKTIĞI YERDEN, NEFESİMİZİN YETTİĞİ YERE KADAR” diyecek “ÜLKÜCÜLERİN”, “TİTREYİP KENDİLERİNE GELECEĞİ” günler uzak değildir inşallah.

   “ÜLKÜCÜLÜK” bitti, toparlanmaz diyenler veya böyle düşünenler önce “TÜRK’LÜK bitti, artık TÜRKLER toparlanamaz” iddiasını dillendirip ispat etmelidirler.

Sağlıkla kalın.

                                                                                                                         HAKKI ŞAFAK SES